Alamancı Selim Amca... Tavuğun Yem Yediği Gibi...

Uzun süredir ayrı kaldığı köyüne dönmüştü Selim Amca. Hayatını makinelerin ve katı kuralların hüküm sürdüğü çok yabancı topraklarda tüketmişti. Gerçi burada çok güzel çalışma adetleri edinmişti.

Zamanı güzel kullanıyor, işini en ince ayrıntısına kadar hesaplıyordu.

İki gündür çalışarak dereden getirdiği su, ne de güzel akıyordu. Biraz da tarlasına ark kazmalıydı. Sonra domates ve biber fidelerini belli aralıklarla yerleştirmeliydi. Toprağı öyle özenle aralıyordu ki bir ucundan bakıldığında tarlanın diğer ucuna kadar hiçbir eğrilik göze çarpmıyordu. Bu düzen ona inanılmaz haz veriyordu. Sık sık yoldan geçenlere gururla gösteriyordu yaptıklarını. Köydekiler bu Almancı emeklinin yaptıklarına gıpta ile bakıyorlardı. Yaptığı iş çok basitte de olsa, o bunu bir sanat icra eder gibi yaptığı için köy halkı bu insanın emeğine ve işine saygısına çok önem veriyordu. Böyle bir çaba ancak alkışlanırdı.

Sonra birkaç tavuk alıp onlara kümes yapmayı düşündü. Her şey doğal olmalıydı. Bir o kadar da estetik. Bu iş için kümesin duvarlarını kerpiçten yapmaya karar verdi. Ne de olsa kerpiç çok doğaldı ve çevreyi kirletecek hiçbir atık üretmiyordu. Üste ise kiremitler döşeyecek ve harika bir kümes yapacaktı. Tüm bu çabalar aslında ticaret kaygısında değildi. Yıllarca halini kurduğu emekli yaşamdaki düşünceleriydi. Onları gerçekleştiriyordu.

Aslına bakılırsa o bu hayalleri yalnız kurmamıştı Selim Amca. Ne var ki, hayatını birlikte geçirdiği eşi yanından erken ayrılmış ve ebediyete göçmüştü. Şimdi o hayalleri yalnız yaşamak zorundaydı.

Ertesi gün kiremit siparişlerini verdi. Kendisi de kerpiç kalıplarını çakmaya başladı. Kalıplar tam bir dikdörtgen olmalıydı. Hepsinin boyu aynı olmalıydı. Hem Hegel demiyor muydu "Güzellik simetridir" diye. Her şey simetrik olacaktı. Yani güzel olacaktı.

Henüz kümes yapılmamıştı ama o birkaç tavuğu şimdiden almıştı. Önlerine biraz yem attı ve işini yapmaya koyuldu. Kiremitçi de nihayet gelmişti. Ona yapacağı kümesi uzun uzun anlattı. Adeta üniversite kürsüsünden ders verir gibi hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyordu. Tüm bu bakış açısına Almanya'da sahip olduğunu söylüyordu. Kiremitçi, bu Selim Amca'ya hayran kalmıştı. Nasıl da ince düşünüyordu. Her ayrıntıyı hesaplıyordu.

Vakit öğleyi biraz geçiyordu. Selim Amca kiremitçiyi çaya davet etti. Kiremitçi çayını yudumlarken Selim Amca'da öğle namazını kılmak için Kiremitçinin yanından ayrıldı ve abdestini alarak biraz ilerdeki ağaç gölgesine gitti. Namazını kendinden beklenmeyecek şekilde bir hızla bitirdi. Geri Kiremitçinin yanına döndü.

Kiremitçi bu kadar ince düşünceli bir adamın bu kadar hızla namaz kılmasını yadırgadı. Ama saygısından ona bir şey söyleyemedi. Kiremitçinin gözleri Selim Amca'nın tavuklarına takıldı. Hızla gagalarını yere vururcasına yem topluyorlardı. Tavukları da sahiplerine benziyor, Selim Amca nasıl namaz kılıyorsa tavuklar da aynı şekilde yemlerini yiyorlar diye geçirdi içinden. Sonra bu düşüncelerinden utandı ve Selim Amca'ya bu durumu anlatmaya karar verdi.

Selim Amca namazını bitirince Kiremitçi namaz için izin istedi ve abdest alıp aynı ağacın altına gitti namazını yavaş yavaş kıldı. Duasını etti. Selim Amca uzaktan Kiremitçiyi seyrediyordu. Bu adamın bedeni ne kadar huzur içindeydi. Hiç acelecilik yoktu. Rükunun ve secdenin hakkını vererek namaz kılıyordu. Sanki her hareketinde rüzgâr gamının bir parçasını alıp götürüyordu. Ruhundaki sükûn bedenine yansımıştı.

Kiremitçi namazını bitirip Selim Amca'nın yanına geldi. Belli ki, Selim Amca da Kiremitçiden etkilenmişti.
- "Her zaman böyle yavaş mı kılarsın" dedi. Selim Amca
- "Genellikle" dedi. Kiremitçi
- "Seni izledim, böyle yavaş kılınca büyük bir tat alıyorsun gibi. Çok farklı bir atmosfere giriyorsun sanki"
- "Aslına bakılırsa ben Annemi dinliyorum. Benim ilk namaz öğretmenim annemdi. Bana hep tavukların yem gagaladığı (yediği) gibi namaz kılma yoksa o namaz senden davacı olur" derdi.
- "Çok güzel" dedi Selim Amca. Ben hiç böyle düşünmemiştim. Tamamen alışkanlık eseri çok hızlı kılıyorum.

Muhabbet ilerledikçe Selim Amca'nın mütebessim yüzü geriliyordu. Kiremitçi bunu fark etti ve konuyu değiştirdi. Anlatmak istediğini anlatmıştı. Bu noktadan sonra her şey Selim Amca'ya kalıyordu.

Selim Amca, Kiremitçi gittikten sonra uzun uzun düşündü. Hep kendine ve diğer insanlara karşı sorumlu olduğundan dolayı işini mükemmel yapmaya gayret ediyordu. Bunu da fazlasıyla başarıyordu. Ya kendini yaratana karşı sorumluluğu tüm bunlardan daha mı azdı? Yaratıcı daha mı az saygıya, özene ve estetiğe değerdi? Elbette cevap hayır olmalıydı. İşe gösterilen hassasiyet elbet hakka da gösterilmeli, namazın hakkı verilerek kılınmalıydı. Tüm bunlar için kiremitçi büyük bir teşekkürü hak etmişti.

Sistemli Evden Eve Taşımacılık

Vaktin Çağrısı

Wholesale B2B Marketplaces

Şehr-i Ramazan