Araf Suresi Türkçe Meali

  • Araf 1: Elif, lâm, Mîm, Saad.
  • Araf 2: (Bu sûre, yahud Kur´an) — onunla (halkı) inzâr etmekliğim için, mü´minlere de bir öğüd olmak üzere — sana indirilen bir kitabdır. Artık bundan dolayı göksünde bir sıkıntı olmasın.
  • Araf 3: Rabbinizden size indirilen (Kur´an-ı kerîm) e uyun, ondan başka (larını) velîler (edinib de kendilerin) e uymayın. Ne kadar az öğüd tutuyorsunuz!
  • Araf 4: Biz nice memleketler (ehâlîsin) i helak etdik. Öyle ki (kâh) geceleyin, kâh onlar kaylûle ederlerken azabımız gelib çatdı onlara.
  • Araf 5: Kendilerine azabımız geldiği zaman çağrışları «Biz hakîkaten zaalimlerdendik» demelerinden başka (bir şey) olmadı.
  • Araf 6: Kendilerine (peygamber) gönderilenlere de mutlak soracağız, onlara gönderilen (peygamber) lere de her halde soracağız.
  • Araf 7: (Soracağız da) kendilerine karşı (olub biteni mutlak) bir ilim ile her halde anlatacağız. (Çünkü) biz (onlardan hiç bir zaman) gaaib değildik.
  • Araf 8: (Herkesin dünyâda yapıb etdiğini) tartmak da o gün hakdır. Artık kim (ler) in terazileri ağır basarsa işte onlar murada erenlerin ta kendileridir.
  • Araf 9: Kimin de tartıları hafif gelirse bunlar da, âyetlerimize zulmeder oldukları için, kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir.
  • Araf 10: Andolsun, sizi yer (yüzün) de yerleşdirmişiz, size orada bir çok geçim vasıtaları yaratmışızdır. Ne az şükredersiniz!
  • Araf 11: Andolsun, sizi (evvelâ), yaratdık, sonra size suuret verdik, sonra da meleklere: «Âdeme (yahud Âdem için Allaha) secde edin» dedik. Hemen secde etdiler. Fakat İblîs dayatdı, secde edicilerden olmadı.
  • Araf 12: (Allah) dedi: «Sana emretdiğim zaman secde etmemen (i mû-cib olan, seni secde etmek) den men´eden (sebeb) neydi?» (İblîs) dedi: «Ben ondan (Âdemden) hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşden yaratdın, onu çamurdan yaratdın».
  • Araf 13: (Allah) öyleyse, dedi, hemen in oradan. Artık senin orada kibirlenmen, kafa tutman gerekmez. Hemen çık (git). Çünkü sen alçaklardansın.
  • Araf 14: (İblîs) dedi: «Bana (halkın) dirilib kaldırılacakları güne kadar mühlet ver.
  • Araf 15: (Allah) dedi ki: «Sen mühlet verilmişlerdensin».
  • Araf 16: «(İblîs) öyleyse, dedi, (madem ki) Sen beni azgınlığa mahkûm etdin, ben de bu sebeble, andolsun ki, onlar (ı sapdırmak) için senin doğru yolunda (pusu kurub) oturacağım».
  • Araf 17: «Sonra, andolsun, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat olacağım). Sen de onların çoğunu şükredici (kimse) ler bulmayacaksın».
  • Araf 18: (Allah) dedi ki: «(Her yönden) zem ve tahkıyre uğramış ve (rahmetimden) koğulmuş olarak çık oradan. Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa cehennemi bütün sizden dolduracağım».
  • Araf 19: Ey Âdem, sen, zevcenle birlikde, cennetde yerleş (in) de ikiniz de dilediğiniz yerden yeyin. (Ancak) şu ağaca yaklaşmayın. Sonra (kendilerine) yazık etmişlerden olursunuz.
  • Araf 20: Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini kendilerine açıklamak (göstermek) için ikisine de vesvese verdi: «Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız, yahud (ölümden âzâde ve) ebedî kalıcılardan bulunacağınız için (ya´ni böyle olmayasınız diye) yasak etdi» dedi.
  • Araf 21: Bir de onlara: «Şübhesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim» diye yemîn etdi.
  • Araf 22: İşte bu suuretle ikisini de aldatarak (o ağacdan yemiye) tenezzül ettirdi Ağaç (in meyvesin) i tatdıkları anda ise o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yaprağından üst üste yamayıb örtmiye başladılar. Rableri de: «Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size muhakkak apaçık bir düşmandır demedim mi?» diye nida etdi.
  • Araf 23: Dediler: «Ey Rabbimiz, kendimize yazık etdik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde (maddî ve ma´nevî en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız».
  • Araf 24: (Allah) dedi ki: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yer (yüzün) de sizin için bir zamana kadar yerleşib kalmak ve geçinmek (mukadderdir)».
  • Araf 25: Dedi ki: «Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan (dirilib) çıkarılacaksınız».
  • Araf 26: Ey Âdem oğulları, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libâs, bir de giyib süsleneceğiniz bir libâs indirdik. Takvaa libâsı ise, o, daha hayırlıdır. Bu (libasların indirilmesi) Allahın (fazl-ü rahmetine delâlet eden) âyetlerinden (alâmetlerinden) dir. Tâki (insanlar) iyice düşünsünler (nimetlerinin kadrini bilsinler).
  • Araf 27: Ey Âdem oğulları şeytan ana ve babanızı fena, yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak nasıl cennetden çıkardıysa sakın size de bir fitne (belâ) yapmasın. Çünkü o da, kabiylesinden olan (lar) da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yer (ler) den muhakkak görür (ler). Biz şeytanları îman etmeyeceklerin velîleri yapdık.
  • Araf 28: Onlar (o îman etmeyenler) bir hayaasızlık yapdıkları zaman «Biz atalarımızı da bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu emretdi» dediler. (Onlara) söyle: «Allah hiç bir zaman kötülüğü emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allahın üzerine mi (atıb) söylüyorsunuz»?
  • Araf 29: De ki: «Rabbim adaleti emretdi. Her secde yerinde yüzlerinizi (kıbleye) doğrultun. Ona — dînde ancak kendine (bağlı, gösterişden bayağı emellerden uzak haalis ve) muhlis (insan) lar olarak — ibâdet edin. ilkin sizi yaratdığı gibi yine (Ona) döneceksiniz.
  • Araf 30: (Allah) bir kısmına hidâyet verdi, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü bunlar Allâhı bırakıb şeytanları kendilerine dostlar ve âmirler edindiler, öyle sanıyorlar ki onlar hakıykaten doğru yolu bulmuşlardır.
  • Araf 31: Ey Âdem oğulları, her mescid huzurunda zînetinizi alın (giyin). Yeyin, için, israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez.
  • Araf 32: De ki: «Allahın kulları için çıkardığı zîneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş»? De ki: «O (nlar), dünyâ hayâtında îman edenler içindir. Kıyamet günü ise yalınız (ve yalınız) onlara mahsusdur». İşte biz âyetleri, bilirler için, böylece tafsıyl ederiz.
  • Araf 33: De ki: «Rabbim ancak hayâsızlıkları, onların açığını, gizlisini, bununla beraber (her türlü) günâhı, haksız isyanı, Allaha — hiç bir zaman bir bürhan indirmediği — her hangi bir şey´i eş tutmanızı, Allaha bilmeyeceğiniz şeyleri isnâd etmenizi haram etmişdir».
  • Araf 34: Her ümmetin (mukadder) bir eceli vardır. Binâen´aleyh o müddetleri gelince bir saat ne geri bırakabilirler, ne öne alabilirler.
  • Araf 35: Ey Âdem oğulları, eğer size içinizden âyetlerimi kendinize anlatacak peygamberler gelir ve artık kim (onlara muhaalefetden) sakınır ve (nefsini) ıslah ederse onlar için bir korku yokdur, onlar mahzun da olacak değillerdir.
  • Araf 36: Âyetlerimizi yalan sayanlar (a) ve onları kibirlerine yediremiyenler (e gelince:) Onlar da o ateşin yaranıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
  • Araf 37: O halde Allaha karşı (demediğini söyledi diye) yalan uydurub atandan, yahud Onun âyetlerini yalan sayandan daha zaalim kimdir? Onların kitabdan nasıybleri (ne ise) kendilerine erişecekdir. Nihayet elçi (melek) lerimiz, canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler ki: «Allâhı bırakıb da tapa geldiğiniz (tanrılarınız) nerede»? (Cevaben şöyle) diyecekler: «Onlar bizi bırakıb gaaib oldular». Kendileri kendi aleyhlerine, muhakkak küfredenler olduklarına, şâhidlik edeceklerdir.
  • Araf 38: (Allah) diyecek: «İns ve cinden sizden evvel geçmiş ümmetler arasında siz de girin bu ateşin içine». Her ümmet girdikçe (kendisine uyub saydığı) hemşiresine lâ´net edecek. Nihayet hepsi birbiri ardınca oraya girib toplanınca da sonrakiler evvelkiler için: «Ey Rabbimiz, diyecek, işte bizi bunlar saptırdılar. Onun için bunlara ateşden katmerli azâb ver». Buyuracak ki: «Herkes için katmerli. Şu kadar ki siz (bunu) bilmezsiniz».
  • Araf 39: Onların evvelkileri de sonrakilerine: «Sizin bize karşı hiçbir üstünlüğ (ünüz) yokdur. O halde ne kazanmış idiyseniz karşılığı olan azabı tadın» dedi (diyecek).
  • Araf 40: Bizim âyetlerimizi yalan sayıb da onlara karşı kibirlenmek isteyenler (yok mu?) onlar için gök kapıları açılmayacak, onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar, cennete girmeyeceklerdir. Biz günahkârları böyle cezalandırırız.
  • Araf 41: Onlara cehennem (de, altlarında ateş) den döşekler, üstlerinde (yine ateşden) örtüler vardır. Biz zaalimleri böyle cezalandırırız.
  • Araf 42: Îman edip de güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince:) — ki biz hiç bir kimseye gücü yeteceğinden başkasını yüklemeyiz— onlar cennetin yaranıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
  • Araf 43: Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.
  • Araf 44: Cennet yârânı, ateş yaranına (cehennemliklere): «Rabbimizin bize va´detdiğini hak bulduk. Siz de Rabbinizin (tehdîd olarak) bildirdiğini (cezayı) gerçek buldunuz mu?» diye nida eder (ler). Onlar da: «Evet (öyle bulduk)» derler. Bunun üzerine aralarında bir münâdî: «Allahın lâ´neti zaalimlerin tepesine» diye ünler.
  • Araf 45: Ki Onlar, Allahın yolundan (insanları) men´ edegelenler, onu eğri (hakka aykırı) bir haale getirmek isteyenlerdi. Onlar âhireti de inkâr edicilerdi».
  • Araf 46: İki (taraf) arasında (sûrdan) bir perde ve «A´raaf» üzerinde de (cennetlik ve cehennemliklerin) her birini sîmalarıyle tanıyacak (müvahhid) rical vardır ki onlar henüz oraya (cennete) girmemiş, fakat onlar girmeyi şiddetle arzu eder olarak cennet yaranına: «Selâmün aleyküm» diye nida ederler.
  • Araf 47: Gözleri ehl-i cehennem tarafına çevrildiği zaman da: «Ey Rabbimiz, bizi zaalimler güruhu ile beraber bulundurma» derler.
  • Araf 48: (Yine) a´raaf yârânı (kâfirlerden) sîmalarıyla tanıdıkları (elebaşı) birtakım adamlara şöyle nida ederek derler: «Ne çokluğunuz (yahut topladığınız mallar), ne de (hakka karşı) yeltenmekde devam etdiğiniz o kibr (-ü azamet) size hiç bir fâide vermedi».
  • Araf 49: «Kendilerini Allahın, rahmetine erdirmeyeceğine yemîn etdiğiniz kimseler bunlar (bu ehl-i cennet) mi idi? Girin cennete. Size hiç bir korku yokdur ve siz mahzun da olacak değilsiniz».
  • Araf 50: Ateş yârânı, cennet yaranına: «Su (yunuz) dan veya Allahın size verdiği rızıkdan biraz da bize akıtın» diye feryâd ederler. Onlar da: «Doğrusu, derler, Allah bunları kâfirlere haram etdi».
  • Araf 51: (O kâfirler) ki onlar dînlerini bir eğlence ve bir oyun edinmişlerdi. Onları dünyâ hayaatı aldatmışdı. İşte onlar nasıl şu günlerine kavuşmayı unutdular, âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etdiler idiyse biz de bugün onları öylece unutacağız.
  • Araf 52: Andolsun, biz onlara öyle bir kitâb getirmişizdir ki îman edecek herhangi bir kavme (mahz-ı) hidâyet ve rahmet olmak için onu tam bir ilim üzere tafsıyl etmişizdir.
  • Araf 53: Onlar (kâfirler) onun te´vîlinden başkasını bekler mi? (Hayır). Onun haber verdiği akıbetin (başlarına) geldiği gün ise daha evvelden onu (o akıbeti) unutanlar diyecek (ler) ki; «Cidden Rabbimizin Peygamberleri hakkı (gerçeği) getirmişdir. Şimdi bizim için şefaatçilerden (kimse) var mıdır ki bize şefaat etsinler, yahud (dünyâye) döndürülür müyüz ki (evvelce) yapmış olduğumuzdan başkasını yapalım». Onlar kendilerine cidden yazık etmişlerdir. Uydurmakda devam etdikleri şeyler (putlar) da kendilerinden uzaklaşıb gaaib olmuşdur.
  • Araf 54: Şübhesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (emri) arş üzerinde hükümrân olan Allahdır. Kendisini durmayıb koğalayan gündüze geceyi O bürüyüb örter. Güneşi, ayı, yıldızları — hepsi de emrine râm olarak — (yaratan O). Haberin olsun ki yaratmak da, emretmek de Ona mahsus. Âlemlerin Rabbi olan Allahın sânı ne kadar yücedir!
  • Araf 55: Rabbinize yalvara yakara, gizlice düâ edin. Şu bir hakıykatdır ki: Allah haddi aşanları sevmez.
  • Araf 56: Yer (yüzün) de — o, iyi bir haale getirildikden sonra da — fesadcılık etmeyin. Ona (Cenâb- Hakka), korkarak ve umarak, düâ edin. Şübhe yok ki iyi hareket edenlere Allahın rahmeti çok yakındır.
  • Araf 57: O, rahmetinin önünden rüzgârı müjdeci gönderendir. Nihayet bunlar (su ile yüklü) ağır ağır bulutları kaldırıb yüklendiği zaman (görürsün ki) biz on (lar) ı ölmüş bir memlekete sevketmişizdir. Derken ona su indirmişizdir de orada her (türlüsünden) meyveler (mahsuller) çıkarmışızdır. İşte ölüleri de (diriltib kabirlerinden) böyle çıkaracağız biz. Gerek ki (bunları) iyi düşünüb ibret alasınız.
  • Araf 58: (Toprağı verimli) güzel memleketin nebatı, Rabbinin izniyle (bol) çıkar. Fena olandan ise fâidesi pek az bir şeyden başkası çıkmaz. İşte şükredecek bir kavm için âyetleri böyle çeşidli olarak açıklarız.
  • Araf 59: Andolsun, Nuhu kavmine peygamber gönderdik de: «Ey kavmim, dedi, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiç bir Tanrınız yokdur. Ben büyük bir günün üstünüze (gelecek) azabından cidden korkuyorum».
  • Araf 60: Kavminden ileri gelenler de şöyle dedi: «Biz seni hiç şübhesiz apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz».
  • Araf 61: (Bunun üzerine Nuh) dedi ki: «Ey kavmim, bende hiç bir sapıklık yokdur. Fakat ben kâinatın Rabbinden (gönderilmiş) bir peygamberim».
  • Araf 62: «Size Rabbimin vahyetdiklerini tebliğ ediyorum, sizin iyiliğinizi istiyorum. Ben sizin bilmeyeceklerinizi de Allahdan (gelen vahy ile) biliyorum».
  • Araf 63: «Size o korkunç akıbeti haber vermek için, korunmanız için ve belki (o sayede) rahmete kavuşdurulmanız için kendinizden bir adam (vâsıtasiyle) Rabbinizden size bir ihtaar geldi diye teaccüb mü etdiniz»?
  • Araf 64: Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de kendisini ve beraberinde gemide bulunanları selâmete erdirdik, âyetlerimizi yalan sayanları (tuufan ile) doğduk. Çünkü onlar (kalb gözleri) kör (olan) bir kavm idiler.
  • Araf 65: Âd (kavmine) de kardeşleri Hûdü (gönderdik). O, (kavmine şöyle) dedi: «Ey kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiç bir Tanrınız yokdur. (Hâlâ Allahdan) korkmayacak mısınız»?.
  • Araf 66: Kavminin ileri gelenlerinden kâfir bir cemâat de: «Biz seni muhakkak bir beyinsizlik içinde görüyoruz, seni muhakkak yalancılardan sanıyoruz» dedi.
  • Araf 67: (Bunun üzerine Hûd): «Ey kavmim, dedi, bende hiç bir beyinsizlik yokdur. Fakat ben âlemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir peygamberim».
  • Araf 68: «Size Rabbimin vahyetdiklerini tebliğ ediyorum, ben sizin emîn bir hayrhaahınızım».
  • Araf 69: «Size o korkunç akıbeti haber vermek için içinizden bir adam (vâsıtasiyle) Rabbinizden size bir ihtaar gelmesi tuhafınıza mı gitdi? Düşünün ki O, sizi Nuh kavminden sonra hükümdarlar yapdı, size yaratılışda onlardan ziyâde boy bos (ve kuvvet) verdi. O halde Allahın ni´metlerini (unutmayıb) hatırlayın ki kurtuluşa erdirilesiniz».
  • Araf 70: Dediler: «Sen bize yalınız Allaha kulluk etmemiz, atalarımızın tapmakda olduklarını bırakmamız için mi geldin? O halde doğruculardan isen bizi tehdid etmekde olduğun şey´i (azabı) getir bize».
  • Araf 71: (Hûd) dedi: «Rabbinizden üzerinize bir azâb, bir gazab hak oldu muhakkak. Kendinizin ve atalarınızın takdığınız (düzme) bir takım adlar (tanrılar) hakkında, Allah onlara bir hüccet indirmemişken, benimle mücâdele mi ediyorsunuz? Artık bekleyin. Şübhesiz ben de sizinle beraber (onu) bekleyenlerdenim».
  • Araf 72: Bunun üzerine kendisini de, onunla beraber olanları da, katımızdan bir rahmet ile, kurtardık. Âyetlerimizi yalan sayıb îman etmemiş olanların ise kökünü kesdik.
  • Araf 73: Semud (kavmine) de kardeşleri Saalihi (gönderdik). De ki: «Ey kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiç bir Tanrınız yokdur. Size Rabbinizden apaçık bir mu´cize gelmişdir. İşte size bir alâmet olmak üzere Allahın şu dişi devesi! Onu (kendi haaline) bırakın, Allahın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla dokunmayın. Sonra sizi acıklı bir azâb yakalar».
  • Araf 74: «Düşünün ki (Allah) sizi Âd´den sonra hükümdarlar yapdı. Yer yüzünde sizi yerleşdirdi. Ovalarından köşkler yapıyor, dağlarından evler yontuyorsunuz. Artık (hepiniz) Allahın lütuflarını anın, yer yüzünde fesâdcılar olub taşkınlık yapmayın.
  • Araf 75: Onun kavminden (îman etmeyi) kibirlerine yediremeyen ileri gelenleri de kendilerince hor görünenlere, onların içinden îman edenlere şöyle dedi (ler): «Siz, Saalihin gerçekden Rabbi katından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz»? Onlar da: «Biz, dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona îman edicileriz».
  • Araf 76: (Yine) o kibirlenen kimseler: «Biz, doğrusu o sizin îman etdiğinizi inkâr ile kâfir olanlarız» dedi (ler).
  • Araf 77: Derken o dişi deveyi, ayaklarını keserek, öldürdüler. Rablerinin emrinden (uzaklaşıb) isyan etdiler ve: «Saalih, eğer sen gönderilmiş peygamberlerden isen bizi tehdîd edib durduğun azabı getir bize» dediler.
  • Araf 78: Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı tutuverdi de yurtlarında diz üstü çöken (helake uğrayan) kimseler oldular.
  • Araf 79: O da onlardan yüz çevirdi ve (kendi kendine) şöyle dedi: «Ey kavmim, andolsun ki ben size Rabbimin elçilerini tebliğ etmişimdir. Size hayrhahlık göstermişimdir. Fakat siz hayrhahlârı sevmezsiniz ki».
  • Araf 80: Lutu (gönderdik). Hani o, kavmine: «Sizden evvel, demişdi, âlemlerden hiç birinin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz»?
  • Araf 81: «Çünkü siz kadınları bırakıb da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Meğer siz haddi aşan bir kavm imişsiniz».
  • Araf 82: Kavminin cevâbı «Çıkarın onları memleketinizden. Çünkü onlar fazla temizlik yapar insanlardır» demelerinden başka (bir şey) olmadı.
  • Araf 83: Bunun üzerine biz de hem onu, hem geride kalanlardan olan karısından başka bütün ehlini kurtardık.
  • Araf 84: Onların üzerine bir (azâb) yağmur (u) yağdırdık. İşte bak günahkârların sonu nice olmuşdur!
  • Araf 85: Medyen (evlâdlarına) da kardeşleri Şuaybı (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiç bir Tanrınız yokdur. Rabbinizden size apaçık bir bürhan gelmişdir. Artık kileyi, teraziyi tam tutun, insanların eşyasına (karşı) haksızlık etmeyin. Yer yüzünü — o, ıslah edildikden sonra — fesada vermeyin. (Bana) inanıcı iseniz (bu söylediklerim) sizin için hayırlıdır».
  • Araf 86: «Ve siz, Allaha îman edenleri tehdîd ederek, (onları) Allahın yolundan men´ederek, onun (o yolun) eğriliğini arayarak, öyle her caddenin başını tutub oturmayın. Düşünün ki vaktiyle siz, pek az idiniz de (Allah) sizi çoğaltdı. Bakın ki fesâd çıkaranların sonu nice olmuşdur»
  • Araf 87: «Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen şey´e (hakıykate) îman etmiş, bir kısmı da inanmamışsa, Allah aramızda hükmünü verinceye kadar, sabredin. O, haakimlerin en hayırlısıdır».
  • Araf 88: Onun kavminden (îman etmeyi) kibirlerine yediremeyen kodamanlar şöyle dedi: «Ey Şuayb, seni ve beraberindeki îman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız, yahud mutlaka bizim dînimize döneceksiniz». O: «Ya istemesek de mi?» dedi.
  • Araf 89: «(Öyle amma) Allah bizi ondan kurtardıkdan sonra yine sizin dîninize dönersek Allaha karşı muhakkak yalan düşmüş, iftira etmişizdir (demekdir). Ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir, Meğer ki Rabbimiz olan Allah dileye. Rabbimizin ilmi her şey´i kaplamışdır. Biz ancak Allaha güvenib dayandık. Ey Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasında Sen hak olanı hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın».
  • Araf 90: Onun kavminden kâfir olan ileri gelirler: «(Dîninizi terk ile) Şuaybe uyarsanız, andolsun ki, o takdirde muhakkak en büyük zarara uğramış kimseler olacaksınız» dedi.
  • Araf 91: Bunun üzerine onları o müdhiş zelzele yakalayıverdi de yurdlarında diz üstü çöken (helake uğrayan) kimseler oldular.
  • Araf 92: Şuaybı yalanlayanlar zâten (yurdlarında) oturmuşlar gibi oldular. Şuaybı yalanlayanlardır ki en büyük zarara uğrayanlar onlar olmuşlardır.
  • Araf 93: Bunun üzerine (Şuayb) onlardan yüz çevirib (kendi kendine) dedi ki: «Andolsun, ey kavmim, ben size Rabbimin gönderdiği (hükümleri) ulaşdırdım, sizin iyiliğinizi istedim. Şimdi ben o kâfirler güruhuna karşı nasıl tasalanırım»?
  • Araf 94: Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdi isek onun halkını (peygamberlerini tanımamaları yüzünden) yalvarıb yakarsınlar diye mutlakaa fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıb) yakaladık.
  • Araf 95: Sonra bu sıkıntının yerine iyilik (selâmet, bolluk) verdik. Nihayet çoğaldılar, «Atalarımıza da (gah böyle) fakirlik, şiddet, hastalık, (gâh) iyilik, genişlik dokunmuşdur» dediler. Bunun üzerine biz de kendileri farkına varmadan, onları ansızın tutub yakalayıverdik.
  • Araf 96: Eğer o memleketler halkı îman edib de (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı elbette üzerlerine gökden ve yerden nice bereket (hazîne) ler (ini) açardık. Fakat onlar (peygamberlerini) yalanladılar da biz de kazanmakda oldukları (küfür ve isyan) yüzünden onları tutub yakaladık.
  • Araf 97: O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelib çatmasından (korkmayıb) emin mi oldu (lar)?
  • Araf 98: Yoksa o memleketlerin ehâlîsi, kendileri güpegündüz oynarlarken, azabımızın onlara gelib çatmasından mı (korkmayıb) emîn oldu (lar)?
  • Araf 99: Onlar artık Allahın (kendilerini) ihmâl (etdiği) inden mi emîn oldular? Fakat büyük zararı göze alanlar güruhundan başkası Allahın imhâlinden emîn olmaz.
  • Araf 100: (Evvelki) saahiblerinden sonra yer yüzüne vâris olanlara haalâ şu (hakıykat) belli olmadı mı ki eğer biz dileseydik onları da günâhlarından dolayı musıybetlere uğratırdık. Biz onların kalbleri üzerine mühür basarız. Binâen´aleyh (hakıykatı) işitmezler.
  • Araf 101: İşte o memleketler (in haali! Habîbim) sana onların haberlerinden bir kısmını naklediyoruz. Andolsun ki peygamberleri onlara apaçık alâmetler (mu´cizeler) getirmişdir. Fakat daha evvelden yalanlamış oldukları şeylere îman etmediler. İşte kâfirlerin yüreklerine Allah böyle mühür basar. .
  • Araf 102: Biz onların çoğunda ahd (e vefa) bulmadık, onların çoğunu muhakkak ki itaatden çıkmış kimseler bulduk.
  • Araf 103: Sonra onların (o peygamberlerin) ardından Musâyi âyetlerimizle Fir´avne ve onun cem´iyyetine (peygamber olarak) gönderdik de (o âyetlere) zulm etdiler. Bak ki fesâdcıların sonu nice oldu!
  • Araf 104: Musa: «Ey Fir´avn, dedi, ben hiç şübhesiz ki âlemlerin Rabbi katından gönderilmiş bir peygamberim».
  • Araf 105: «Allaha karşı hakdan başkasını söylememekliğim (üzerime) borcdur. Size Rabbinizden açık bir alâmetle gelmişimdir. Artık İsrâîl oğullarını benimle beraber gönder».
  • Araf 106: (Fir´avn şöyle) dedi: «Eğer sen bir âyet (mu´cize) getirdiysen göster onu, eğer sadıklardan isen».
  • Araf 107: Bunun üzerine (Musa) asasını bırakdı, bir de ne görsünler: O, apaçık bir ejderhâdır.
  • Araf 108: Elini çıkardı. Ne görsünler: O da temâşâ edenlere (ışıklar saçan) bembeyaz (bir el).
  • Araf 109: (109-110) Fir´avnın kavminden ileri gelenler dedi ki: «Bu sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen bilgin bir büyücüdür muhakkak». (Fir´avn sordu:) «O halde ne buyurursunuz»?
  • Araf 110: (109-110) Fir´avnın kavminden ileri gelenler dedi ki: «Bu sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyen bilgin bir büyücüdür muhakkak». (Fir´avn sordu:) «O halde ne buyurursunuz»?
  • Araf 111: (111-112) Dediler ki: «Onunla kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar yolla da bilgiç sihirbaz (lar) in hepsini getirsinler sana».
  • Araf 112: (111-112) Dediler ki: «Onunla kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar yolla da bilgiç sihirbaz (lar) in hepsini getirsinler sana».
  • Araf 113: Sihirbazlar Fir´avna geldi. Dediler ki: «Eğer galebeyi kazananlar biz olursak elbet bize bir mükâfat var, değil mi»?
  • Araf 114: (Fir´avn): «Var ya, dedi, hem siz (benim) en yakınlar (ım) dan da olacaksınız muhakkak».
  • Araf 115: (Sihirbazlar) dediler: «Musa, sen mi (ilkin hünerini ortaya) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım»?
  • Araf 116: (Musa): «Siz atın» dedi. Vaktaki atdılar, halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.
  • Araf 117: Biz de Musâya: «Bırak asaanı» diye vahyetdik. Bir de ne görsünler: Bu, onların bütün uydurub düzdüklerini yakalayıb yutuyor!.
  • Araf 118: İşte, bu suretle hak yerini buldu, onların yapmakda oldukları şeyler de bir hiç olub gitdi.
  • Araf 119: Artık orada yenildiler, zelîl ve makhur geri döndüler.
  • Araf 120: Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
  • Araf 121: (121-122) «Âlemlerin Rabbine, Musa ve Hârunun Rabbine îman etdik» dediler.
  • Araf 122: (121-122) «Âlemlerin Rabbine, Musa ve Hârunun Rabbine îman etdik» dediler.
  • Araf 123: Fir´avn «Ben size izin vermeden, dedi, Ona îman mı etdiniz? Bu, hiç şübhesiz ki şehirde — onun halkını içinden çıkarmanız için — kurduğunuz bir hıylekârlıkdır. Yakında (başınıza ne geleceğini) bilirsiniz siz».
  • Araf 124: «Elbet ve elbet ellerinizi, ayaklarınızı çaprazına kesdireceğim. (Bundan) sonra da elbet ve elbet topunuzu asdıracağım».
  • Araf 125: «Biz, dediler, şübhesiz ki nihayet (ölerek) Rabbimize dönücüleriz».
  • Araf 126: «Sen bizden, başka bir sebeble değil, ancak Rabbimizin âyetlerine —onlar bize geldiği zaman — îman etdik diye intikam alacaksın». (Sonra şöyle niyaz etdiler:) «Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır, bizi müslümanlar olarak öldür».
  • Araf 127: Fir´avn kavminden olan ileri gelenler şöyle dedi: «Musâyi ve kavmini — fesadcılık etmeleri, seni de, Tanrılarını da terk etmesi için mi — bu toprakda (Mısırda) bırakacaksın? O da: «(Eskiden olduğu gibi yine) oğullarını öldürtürüz, yalınız kadınlarını sağ bırakırız. Şübhesiz ki biz onların tepesinde kahredicileriz» dedi.
  • Araf 128: Musa, kavmine: «Allahdan yardım isteyin. Katlanın. Şübhesiz ki yer, Allahındır. Ona kullarından biri dilerse onu mirascı yapar. Sonuç ise (fenalıklardan) sakınanlarındır» dedi.
  • Araf 129: (İsrâîl oğulları): «Biz, dediler, sen bize (peygamber olarak) gelmezden evvel de, bize geldiğinden sonra da işkenceye dûçâr edildik». (Musa şöyle) dedi: «Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek, sizi bu yerde hükümdar yapacak da sizin nasıl hareket edeceğinize bakacakdır».
  • Araf 130: Andolsun ki biz Fir´avn hanedanını, düşünüb ibret alsınlar diye, yıllarca kuraklıkla, mahsullerin kıtlığıyle tutub sıkdık.
  • Araf 131: Fakat onlara iyilik gelince: «Bu, bizim hakkımızdır» dediler. Eğer kendilerine bir fenalık da gelirse Musa ile onun berâberindekilere uğursuzluk yüklerlerdi. Gözünüzü açın ki onların uğursuzluğu ancak Allah tarafındandır. Fakat çokları bilmezler.
  • Araf 132: Dediler: «Bizi büyülemek için her ne mu´cize getirsen sana îman ediciler değiliz biz».
  • Araf 133: Bunun üzerine biz de, ayrı ayrı alâmetler olmak üzere, başlarına tuufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik. (Böyle iken) yine (îman etmeyi) kibirlerine yediremediler. Onlar öyle günahkârlar güruhu idiler.
  • Araf 134: Üzerlerine o azâb çökünce: «Yâ Musa, dediler bizim için Rabbine — sana olan ahdi hürmetine —düâ et. Eğer bu azabı bizden ayırıb sıyırırsan, andolsun, sana kat´iyyen îman edeceğiz. Andolsun, İsrail oğullarını da seninle beraber mutlak göndereceğiz».
  • Araf 135: Vaktaki biz, kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan azabı giderdik, bir de ne bakarsın: Onlar yeminlerini bozuyorlar bile.
  • Araf 136: Artık biz de bunca âyetlerimizi yalanladıkları, onları umursanmadıkları için kendilerinden intikam almak istedik de hepsini denizde boğduk.
  • Araf 137: Hakaaretlere ma´ruz bırakılmış olan o kavmi de kendisine feyz ve bereket verdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mîrascı kıldık. (Bu suretle) Rabbinin İsrâîl oğullarına olan o pek güzel va´di, (şedâide) katlandıkları sebebiyle, tam yerine geldi. Fir´avnın ve kavminin yapmakda oldukları şeylerle yükseltmekde devam etdikleri (binaları) ise hep harab etdik.
  • Araf 138: İsrâîl oğullarını denizden geçirdik. Şimdi putlarının önünde tapagelen bir kavme rast geldiler. Dediler ki: «Yâ Musa, onların nasıl Tanrıları varsa sen de bize öyle bir Tanrı yap»! «Siz, dedi, cidden ne cahillik eder bir kavmsiniz»!
  • Araf 139: «Şübhe yok ki bunların, içinde bulundukları (dîn) helake mahkûmdur. (İbâdet diye) yapmakda oldukları nesne de boşunadır».
  • Araf 140: Dedi: «Tanrı olarak Allahdan başkasını mı arayacakmışım size? Halbuki O, sizi âlemlerin üstüne geçirmişdir».
  • Araf 141: Hani sizi Fir´avn haanedânından kurtarmışdık. Onlar ki size azabın kötüsünü yüklüyorlardı. Oğullarınızı öldürüyorlar, yalınız kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.
  • Araf 142: Musa ile otuz gece (bize münâcatda bulunması için) sözleşdik ve ona bir on (gece) daha katdık. Bu suretle Rabbinin ta´yin buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı. Musa, biraderi Hârûna dedi ki: «Kavmimin içinde benim yerime geç, (onları) ıslah et, fesadcıların yoluna uyma.
  • Araf 143: Vaktaki Musa (ibâdeti için) ta´yin etdiğimiz vakıtda geldi, Rabbi ona (ilâhî sözünü) söyledi. (Musa) dedi ki: «Rabbim, (cemâlini) göster bana, (ne olur) seni göreyim». Buyurdu: «Beni kat´iyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durabilirse sen de beni görürsün». Derken Rabbi o dağa tecellî edince onu param parça ediverdi. Musa da baygın yere düşdü. Ayılınca dedi ki: «Seni tenzih ederim. Tevbe etdim Sana. Ben îman edenlerin ilkiyim».
  • Araf 144: Buyurdu ki: «Ey Musa, ben seni risâletlerimle, kelâmımla (bütün) insanlardan mümtaz kıldım. Şimdi şu sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol».
  • Araf 145: Biz onun için levhalarda her bir şey´i, mev´ızaya ve (hükümlerin) tafsîline âid her şey´i yazdık. «Haydi bunları kuvvetle (ciddiyetle, azm ile) tut, kavmine de onun en güzel (hükümler) ini tutmalarını emret. Size ileride faasıkların yurdunu göstereceğim».
  • Araf 146: Yer yüzünde haksızlıkla kibirlenenleri âyetlerim (i idrâk) den çevireceğim. Onlar her âyeti görseler ona inanmazlar, akl-ı selimin yolunu (doğru yolu) görseler de onu bir yol edinmezler. (Fakat) azgınlığın yolunu görürlerse (yol diye işte) onu edinirler! Bu, âyetlerimizi yalan saydıklarından, onlardan gaafil olmalarındandır.
  • Araf 147: Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayanların bütün işledikleri boşa gitmişdir. Onlar yapmakda olduklarından başkasıyle mi cezalandırılacaklardı ya?
  • Araf 148: («Tuur» a giden) Musânın arkasından kavmi zînet takımlarından bir buzağı heykel (i yapıb onu Tanrı) edindiler ki onun (inek gibi) bir böğürmesi de vardı. Onun kendileriyle konuşmayacağını, onlara bir yol da gösteremeyeceğini görmediler mi ki ona tutundular, kendilerine yazık ediciler oldular?
  • Araf 149: Vaktaki (buzağıya tapmakdan) çok peşîman oldular ve kendilerinin muhakkak sapdıklarını gördüler: «Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi bağışlamazsa her halde en büyük ziyana uğrayanlardan olacağız» dediler.
  • Araf 150: Musa, kavmine öfkeli, kederli döndüğü zaman dedi ki: «Size bırakdığım şu makaamımda arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyib) acele etdiniz ha»? (Tevrat) levhaları (nı) bırakıverib kardeşinin başından tutdu, onu kendine doğru çekiyordu. (Harun) «Anam oğlu», dedi, bu kavm (bu adamlar) beni cidden zaîf gördüler (hırpaladılar). Az kaldı ki beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek hareketde bulunma böyle. Beni zâlimler gürûhiyle beraber, tutma».
  • Araf 151: (Musa) dedi ki: «Yâ Rab, beni de, biraderimi de yarlığa. Bizi rahmetinin içine sal. Sen esirgeyenlerden daha esirgeyensin».
  • Araf 152: Şübhe yok ki buzağıya (Tanrı diye) tutunanlara Rablerinden bir gazab, dünyâ hayaatında da bir horluk erişecekdir. İşte biz (Allaha karşı) yalan düzenleri böyle cezalandırırız.
  • Araf 153: Kötülükler işleyib de sonra ardından tevbe ve bununla beraber îman edenler (e gelince): Şübhesiz ki Rabbin bunun ardından (o tevbe ve îmanlarından sonra) elbette (kendilerini) yarlığayıcıdır, hakkıyle esirgeyicidir.
  • Araf 154: Vaktaki Mûsâdan o öfke uzaklaşıb sükûn haasıl oldu, (bırakdığı) levhaları aldı. Onun bir nüshasında (şu da yazılı idi: «Sapıklıkdan kurtulub) hidâyet (e), (azâbdan sıyrılıb) rahmet (e kavuşmak) o kimselere mahsusdur ki onlar Rablerinden korkarlar».
  • Araf 155: Musa, ta´yin etdiğimiz vakıtda (tevbe için beraberinde götürmek üzere) kavminden yetmiş adam ayırdı. Vaktaki onları müdhiş bir sarsıntı tuttu, dedi ki: «Yâ Rab, eğer dileseydin onları da, beni de daha evvel helak ederdin, içimizden bir takım beyinsizlerin işlediği (günâh) yüzünden hepimizi helak mı edeceksin? Zâten o da Senin imtihaanından başka (bir şey) değildi. Sen onunla kimi dilersen sapıklığa götürür, yine onunla kimi dilersen (bunu da) doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. O halde bizi yarlığa, bizi esirge. Sen yarlığayıcıların en hayırlısısın».
  • Araf 156: «Dünyâda da, âhiretde de bize iyilik yaz. Biz hiç şübhesiz (tevbe ederek) sana döndük». Buyurdu: «Ben azabıma kimi dilersem onu dûçâr ederim. Benim rahmetim ise her şey´i kuşatmışdır. Onu (rahmetimi, küfürden, masıyetden) sakınmakda, zekâtı vermekde, bir de âyetlerimize îman etmekde olanlar (yok mu?) işte onlara has olmak üzere tesbît edeceğim».
  • Araf 157: (Onlar) nezdlerindeki Tevrat ve İncîlde (ismini ve sıfatını) yazılı bulacakları ümmî nebiy olan o resule tâbi´ olanlardır. O, kendi terine iyiliği emrediyor, onları kötülükden nehyediyor, onlara (nefislerine haram kıldıkları) temiz şeyleri halâl, (halâl kıldıkları) murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor. Onların ağır yüklerini, sırtlarında olan zincirleri indiriyor o. İşte ona îman edenler, onu ta´zîm edenler, ona yardım edenler ve onunla (onun nübüvvetiyle) birlikde indirilen nura tâbi´ olanlar! Onlar selâmete erenlerin ta kendileridir.
  • Araf 158: (Habîbim) de ki: «Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülk (-ü tasarruf) una mâlik olan, kendisinden başka hiç bir Tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allahın size, hepinize gönderdiği peygamberim. O halde Allaha ve Onun ümmî nebiy olan resulüne — ki kendisi de o Allaha ve Onun sözlerine îman etmekde olandır — îman edin, ona tâbi´ olun. Tâki doğru yolu bulmuş olasınız».
  • Araf 159: Musânın kavminden bir cemâat vardır ki (halkı) hakka irşâd ederler, onunla (hükümde) adalet yaparlar.
  • Araf 160: Biz onları on ikiye, (o kadar) torunlara (kabileye), ümmetlere ayırdık. («Tîh» de susayan) kavmi, (Mûsâdan) su istediği zaman «Âsaanı taşa vur» diye (vahyetdik de) ondan on iki pınar kaynayıb akdı. İnsanların her kısmı su içecekleri yeri iyice belledi; Onları üstlerindeki bulutla gölgelendirdik, onlara kudret helvasıyle bıldırcın indirdik. «Size rızk olarak verdiğimiz en temiz ve güzellerinden yeyin» (dedik) Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı.
  • Araf 161: O zaman onlara: «Şu şehirde yerleşin. Onun dilediğiniz yerinden yeyin. «Hıtta» deyin. Kapısından hepiniz secde edici olarak girin ki suçlarınızı yarlığayalım. İyi hareket edenlere ileride daha fazlasıyle vereceğiz» denilmişdi.
  • Araf 162: Fakat içlerinden o zulmedenler sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle koydu. Biz de üstlerine, zulmeder oldukları için, gökden murdar bir azâb indirdik.
  • Araf 163: (Habîbim), onlara denizin yakınında, (sahilde) ki o kasabayı (onun haalini ve ehâlîsinin başına gelenleri) sor. Hani onlar cumartesi gününün hürmetini ihlâl ederek haddi aşmışlardı. Çünkü cumartesi ta´tîli yapdıkları gün balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu. Cumartesi ta´tîli yapmayacakları gün ise gelmiyordu, işte biz, itâatdan çıkmakda olduklarından dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk.
  • Araf 164: Hani içlerinden bir ümmet: «Allahın kendilerini (dünyâda) helak edeceği veya (âhiretde) çetin bir azâb ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüd veriyorsunuz?» dediği zaman onlar (o va´z edenler) de: «Rabbinize özür (dilemiye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar» demişlerdi.
  • Araf 165: Vaktaki onlar artık edilen va´zları unutdular: Biz de kötülükden vaz geçirmekde sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakda oldukları Asıklar yüzünden şiddetli bir azâb ile yakaladık.
  • Araf 166: Bu suretle onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakda ısraar edince kendilerine: «Hor ve zelil maymunlar olun» dedik.
  • Araf 167: O vakit Rabbin (Habîbim) kıyaamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle i´lâm (ve Hükm) etdi. Şübhe yok ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir de.
  • Araf 168: Onları — kimi salâh erbabı, kimi bu (salandan) aşağı ümmetler olmak üzere — perişan bir suretde yer yüzüne dağıtdık. Onları hem iyi, hem fena hallerle imtihaana çekdik ki (gözlerini açıb iyiliğe) dönsünler.
  • Araf 169: Onlardan sonra — (bir tarafdan) bu dünyânın geçici metâını kapıb: «Biz (nasıl olsa) ileride yarlığanırız» demek, (bir tarafdan) kendilerine ona benzer bir meta´ gelirse onu da (kaçırmayıb) almak (da devam etmek) özere o kitaba vâris olan — kötü kimseler gelib onların yerine geçmişdir. Allaha İcardı hakdan başkasını söylemeyeceklerine dâir kendilerinden o kitabın (hükmü vech ile) te´minât alınmadı mıydı? Halbuki onda olanı durmayıp okumuşlardır da. Halbuki âhiret yurdu (öyle kötü hallerden) sakınanlar için (mahz-ı) hayırdır. Daha aklınızı başınıza almayacak mısınız?
  • Araf 170: Bir de (âhiret yurdu) kitaba sımsıkı sarılanlar ve namaz; dosdoğru kılanlar (için mahz-ı hayırdır). Şübhesiz ki biz iyiliğe çalışanların mükâfatını zayi´ etmeyiz.
  • Araf 171: Biz bir zaman dağı, sanki o bir gölgelik imiş gibi, çekib (İsrâîl oğullarının) üstlerine kaldırmışdık. Onlar hakıykaten bu, kendilerine düşecek sanmışlardı. (İşte o vakit): «Size verdiğimiz (kitâb) ı kuvvetle (ciddiyetle, azm ile) tutun. Onda olanı düşünün. Tâki (kötülükden) sakınmış olasınız» (demişdik).
  • Araf 172: Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyyetlerini çıkarıb kendilerini nefslerine şâhid tutmuş, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişdi). Onlar da: «Evet, (Rabbimizsin), şâhid olduk» demişlerdi. (İşte bu şâhidlendirme) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yokdu» dememeniz içindi.
  • Araf 173: Yahud «Daha evvel ancak atalarımız (Allaha) şirk koşmuşdu. Biz de onların ardından (gelen) bir nesliz Şimdi o baatılı kuranların işlediği (günâhlar) yüzünden bizi helak mı edeceksin?» dememeniz içindi.
  • Araf 174: İşte biz âyetleri böyle açıklarız. Olur ki (küfürlerinden) dönerler.
  • Araf 175: (Habîbim) onlara o kimsenin haberini de oku ki biz kendisine âyetlerimizi vermişdik de, o bunlardan sıyrılıb çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuşdu.
  • Araf 176: Eğer dileseydik onu bu (âyetler) le yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı, hevâsına uydu. Artık onun sıfatı o köpeğin haali gibidir ki üstüne varsan dilini sarkıtıb solur, yahud kendi haaline bıraksan yine dilini uzatıb solur. İşte âyetlerimizi yalan sayanlar güruhunun sıfatı budur. Artık sen (Habîbim) kıssayı (onlara) anlat. Belki iyice düşünürler.
  • Araf 177: Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulm etmekde olanlar güruhunun haali ne kötüdür!
  • Araf 178: Allah kime hidâyet ederse o doğru yolu bulmuşdur. Kimi de sapdırırsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.
  • Araf 179: Andolsun ki biz cin ve insden bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalbleri vardır, bunlarla idrâk etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hattâ daha sapıkdırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.
  • Araf 180: En güzel isimler Allahındır. O halde Ona bunlarla düâ edin. Onun isimlerinden eğri (ve aykırı) yola gidenleri bırakın. Onlar, yapmakda olduklarının cezasına uğratılacaklardır.
  • Araf 181: Yaratdıklarımızdan öyle bir ümmet de vardır ki onlar hakka rehberlik ederler, adaleti de onunla (o dairede) tatbıyk ederler.
  • Araf 182: Âyetlerimizi yalan sayanları biz bilmeyecekleri nokta (lardan derece derece (yavaş yavaş) helake yaklaşdırırız.
  • Araf 183: Ben onlara mühlet veririm. (Onların iplerini uzatıveririm!) Benim lütuf yüzünden kahrım (tahammül edilemeyecek kadar) çetindir.
  • Araf 184: Onlar düşünmediler mi ki kendilerinin saahibinde delilik den hiç bir (eser) yokdur. O, ilerideki tehlikeyi apaçık haber verenden başka (bir zât) değildir.
  • Araf 185: Onlar (Allahın) göklerde ve yerdeki o muazzam mülk-ü saltanat (ın) a, Allahın yaratdığı her hangi bir şey´e, belki ecellerinin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi bir söze inanacaklar ki?
  • Araf 186: Allah kimi sapdırırsa artık onu yola getirecek yokdur. O, bunları taşkınlığı içinde, ve serserî bir halde, bırakıverir.
  • Araf 187: Kıyaametin sübût (ve vukuu) nun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: «Onun ilmi ancak Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır basmışdır o. O, size (başka suretle değil) ancak ansızın gelir. Tam ma´nâsiyle biliyormuşsun gibi sana (tekrar) onu sorarlar (Yine) de ki: «Onun ilmi ancak Allah karındadır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler».
  • Araf 188: De ki: «Ben kendim için, Allahın dilediğinden başka, ne bir fâide (yi celb etmi) ye, ne de bir zarar (ı savmıy) a muktedir değilim. Eğer ben ğaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiç bir fenalık da dokunmazdı. Ben îman edecek her hangi bir kavme (Başlarına gelecek) azabın habercisi, (Cennetin) müjdeci (si) olmakdan başka (bir şey) değilim».
  • Araf 189: O, sizi bir candan (Âdemden) yaratan, bundan da, (gönlü) kendisine (yatıb) ısınsın diye, eşini yapan Odur (Allahdır). Vaktâ ki o, (eşini) örtüb bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi de (bir müddet) bununla gidip geldi. Nihayet (gebeliği) ağırlaşıncâ ikisi de Rablerine şöyle düâ etdiler: «Eğer bize düzgün (hilkati tam) bir çocuk verirsen andolsun ki her halde şükredenlerden olacağız».
  • Araf 190: Fakat (Allah) onlara düzgün (bir çocuk) verince kendilerine verdiği bu (çocuk) hakkında ona eşler tutmıya başladılar. Onlar neyi eş tutuyorlarsa Allah onlardan (münezzehdir) yücedir.
  • Araf 191: Kendileri yaratılıb durmakda oldukları halde (bizzat) hiç bir şey´i yaratamayan (putlar) ı (O yaradan Allaha) eş mi koşuyorlar onlar?
  • Araf 192: Halbuki bunlar o (tapanlara) hiç bir suretle yardım edemeyecekler gibi kendi kendilerine bile yardım edemezler.
  • Araf 193: Eğer bunları (putları) doğru yolu göstermiye çağırırsanız size uymazlar. Onları (müşrikleri) ha da´vet etmişsiniz, ha (etmeyib) susmuşsunuz, size karşı (durumları) birdir.
  • Araf 194: (Ey kâfirler) Allâhı bırakıp tapdığınız (putlar) da sizin gibi kullardır. Eğer (davanızda) doğrucu iseniz haydi onları çağırın da size icabet etsinler!
  • Araf 195: Onların yürüyecekleri ayakları mı, yoksa tutacakları elleri mi, yahud görecekleri gözleri mi, yoksa işidecekleri kulakları mı, (nesi) var? (Habîbim) de ki: «Çağırın ortaklarınızı, sonra bana (istediğiniz) tuzağı kurun da şöyle bir göz bile açdırmayın bana».
  • Araf 196: Çünkü benim velîm, o kitabı indiren Allahdır ve O, bütün saalihlere de velilik ediyor.
  • Araf 197: Sizi Onu (Allâhı) bırakıb tapdıklarınızın ise sizin imdadınıza yetişmiye güçleri yetmediği gibi (hattâ) kendilerine de mededleri dokunmaz.
  • Araf 198: Eğer onları doğru yolu göstermiye çağırsanız duymazlar. Onları sana bakar görürsün. Halbuki görmezler de onlar.
  • Araf 199: (Habîbim) sen (güdüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret. Câhillerden yüz çevir.
  • Araf 200: Eğer şeytandan bir fit (gelib) seni dürterse hemen Allaha sığın. Çünkü O, hakkıyle işidici, tam bilicidir.
  • Araf 201: Takvaya erenler (yok mu?) onlara şeytandan her hangi bir arıza ilişdiği zaman (Allâhın emr veya nehy etdiği şeyleri) iyice düşünürler, bir de bakarsın ki onlar (hakıykatı) görüp bilmişlerdir bile.
  • Araf 202: (Şeytanların) kardeşleri (olan kâfirleri) ise bunlar sapıklığa sürerler, sonra da (bir daha yakalarını) bırakmazlar.
  • Araf 203: Onlara (istedikleri) bir âyet gelmediği vakit derler ki: «(Kendinden derib) onları toplasaydın ya!». De ki: «Rabbimden bana ne vahy olunursa ben ancak ona uyarım. Bu (Kur´an âyetleri, kalblerinize) Rabbinizden (açılan) gözlerdir, îman edecek bir kavm için (mahz-ı) hidâyet ve rahmetdir».
  • Araf 204: Kur´an okunduğu zaman derhal onu dinleyin, susun. Tâki (Allahın rahmetiyle) esirgenmiş olasınız.
  • Araf 205: Rabbini, içinden, yalvararak, ve korkarak, (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâafillerden olma.
  • Araf 206: Şübhe yok ki Rabbinin katındaklier ona kulluk etmekden asla kibirlenmezler, onu tesbih ve yalınız ona secde ederler.
  • Yarınki hayatına şimdiden taşın.

    Vaktin Çağrısı

    Flashcards for dua, digital product

    Şehr-i Ramazan