Âli İmrân Suresi Türkçe Meali

  • Âli İmrân  1: Elif. Lâm. Mîm.
  • Âli İmrân  2: Allah o Allahdır ki kendinden başka hiç bir Tanrı yokdur, (O, zatî, ezelî ve ebedî haayat ile) diri (ve baakıy) dir. Zâtiyle, kemâliyle kaaimdir. (Yaratdıklarının her an tedbir-ü hıfzında yegâne haakimdir,her şey onunla kaaimdir).
  • Âli İmrân  3: (3-4) (Habîbim) O, sana Kitabı hak (ve) kendinden evvelkileri (de) tasdıyk edici olarak (tedricen) indirdi. Bundan evvel de Tevrat ile Incîli indirmişdi (ki onlar) insanlar için birer hidâyetdi. Hak ile baatılı ayırd eden (hüküm) leri de indirdi. Allanın (hak olan, mahz-ı hidâyet olan) âyetlerine küfredenler (yok mu?) onlar için pek çetin bir azâb vardır. Allah cezada amansız bir gaalib-i mutlakdır.
  • Âli İmrân  4: (3-4) (Habîbim) O, sana Kitabı hak (ve) kendinden evvelkileri (de) tasdıyk edici olarak (tedricen) indirdi. Bundan evvel de Tevrat ile Incîli indirmişdi (ki onlar) insanlar için birer hidâyetdi. Hak ile baatılı ayırd eden (hüküm) leri de indirdi. Allanın (hak olan, mahz-ı hidâyet olan) âyetlerine küfredenler (yok mu?) onlar için pek çetin bir azâb vardır. Allah cezada amansız bir gaalib-i mutlakdır.
  • Âli İmrân  5: Şübhe yok ki ne yerde, ne gökde hiç bir şey Allaha gizli kalmaz.
  • Âli İmrân  6: Döl yataklarında size nasıl dilerse öyle kılık veren Odur. Ondan başka hiç bir Tanrı yokdur. (O), mutlak gaalibdir. Yegâne hüküm ve hikmet saahibidir.
  • Âli İmrân  7: (Habîbim) sana Kitabı indiren odur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar Kitabın anası (temeli) dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini sapdırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te´vîline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Halbuki onun te´vilini Allahdan başkası bilmez, ilimde yüksek payeye erenler ise: Biz Ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır» derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez.
  • Âli İmrân  8: Ey Rabbimiz, bizi doğru yola iletdikden sonra kalblerimizi (Hakdan) sapdırma. Bize kendi canibinden bir rahmet ver. Şübhesiz bağışı en çok olan Sensin Sen.
  • Âli İmrân  9: Ey Rabbimiz, muhakkak ki Sen, (vukuunda) hiç bir şübhe olmayan bir günde insanları toplayacak olansın. Şübhesiz Allah sözünden caymaz.
  • Âli İmrân  10: O küfredenler (yok mu?), ne malları, ne evlâdları Allah yanında onları hiç bir şeyden asla kurtaramaz, işte onlar, (evet) onlar ateşin yakacağıdır.
  • Âli İmrân  11: (Onların gidişi) tıbkı Fir´avn haanedânının ve onlardan evvel gelenlerin gidişi gibidir. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar da Allah da kendilerini günâhları yüzünden yakalayıverdi. Allah, cezası pek çetin olandır.
  • Âli İmrân  12: (Habîbim) o küfreden (Yahûdî) lere de ki: «Yakında mağlûb olacaksınız ve (topdan) cehenneme sürüleceksiniz». O, ne kötü yatakdır!
  • Âli İmrân  13: (Bedir muhaarebesinde) karşılaşan iki cem´iyyet hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı. (Onlardan) bir cem´iyyet Allah yolunda döğüşüyordu, diğeri ise kâfirdi. Onlar öbürlerini (müslümanları) dış gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah, kimi dilerse onu yardımıyle destekler. Şübhesiz bunda kalb gözleri açık olanlar için kat´i bir ibret vardır.
  • Âli İmrân  14: Kadınlara, oğullara, yığın yığın birikdirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlara, ekinlere olan ihtiraskârâne sevgi insanlar için bezenib süslenmişdir. Bunlar, dünyâ hayaatının (geçici) birer fâidesidir. Allah (a gelince) nihayet dönüb varılacak yerin bütün güzelliği Onun nezdindedir.
  • Âli İmrân  15: (Habîbim) de ki: «Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvaaya erenler için Rableri katında altlarından ırmaklar akan cennetler — ki orada ebedî kalıcıdırlar —, (her şeyden) temizlenmiş zevceler, Allahdan da bir rızaa vardır. Allah kullarını hakkıyle görücüdür.
  • Âli İmrân  16: (16-17) (O takvaaya erenler): «Ey Rabbimiz, biz îman etdik. Artık bizim günâhlarımızı yarlığa ve bizi o ateşin azabından koru» diyenler, sabredenler, (imanlarında) gerçek olanlar, (Allaha) itaatle boyun eğenler, infaak edenler, seharlarda Allahdan mağfiret isteyenlerdir.
  • Âli İmrân  17: (16-17) (O takvaaya erenler): «Ey Rabbimiz, biz îman etdik. Artık bizim günâhlarımızı yarlığa ve bizi o ateşin azabından koru» diyenler, sabredenler, (imanlarında) gerçek olanlar, (Allaha) itaatle boyun eğenler, infaak edenler, seharlarda Allahdan mağfiret isteyenlerdir.
  • Âli İmrân  18: Allah, şu hakıykatı: Kendinden başka hiç bir Tanrı olmadığını, adaleti ayakda tutarak (delilleriyle, âyetleriyle) açıkladı. Melekler (bunu ikrar etdi, hakıykî) ilim saahibleri (nebiler, âlimler) de (böylece inandı). Ondan başka hiç bir Tanrı yokdur. (O), mutlak gaalibdir, yegâne hüküm ve hikmet saahibidîr.
  • Âli İmrân  19: Hak dîn, Allah indinde İslâmdır (müslümanlıkdır). Kitab verilenler (başka suretle değil) ancak kendilerine ilim geldikden sonra, aralarındaki ihtirasdan dolayı, ihtilâfa düşdü. Kim Allanın âyetlerini inkârederse şübhesiz ki Allah hesabı pek çabuk görendir.
  • Âli İmrân  20: (Habîbim) seninle mücâdele ederlerse (şöyle) de: «Ben, bana tâbi olanlarla birlikde, kendimî Allaha teslîm etmişimdir», Kendilerine Kitab verilenlerle ümmîlere (Arab müşriklerine) de deki: «Siz de İslâmı (Allaha teslîm olmayı) kabul etdiniz mi»? Eğer İslama girerlerse muhakkak doğru yolu bulurlar. Eğer yüz çevirirlerse artık sana düşen (vâzîfe) ancak tebliğdir. Allah kulları (nı) lâyıkıyle görücüdür.
  • Âli İmrân  21: Allahın âyetlerini inkâr ile kâfir olanlar, haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanların içinden adaleti emredenlerin canına kıyanlar (yok mu?) onları (Habîbim) pek acıklı bir azâb ile muştula!
  • Âli İmrân  22: Onlar öyle kimselerdir ki (bütün) yapdıkları dünyâda da, âhiretde de hoşa gitmişdir. Onların (azabına maani olacak) hiç bir yardımcıları da yokdur.
  • Âli İmrân  23: Kitabdan (Tevratdan) kendilerine bir nasıyb verilmiş olanları görmedin mi ki Allahın Kitabı — aralarında hakem olmak için — çağırılıyorlar da sonra onlardan bir zümre (o Kitaba) arkasını çeviriyor. Onlar böyle (hakıykatlerden) yüz çevirmeyi âdet edinmiş kimselerdir.
  • Âli İmrân  24: Bunun sebebi şudur: Onlar «Sayılı günlerden başka bize asla ateş dokunmayacak» dediler. Onların uydurdukları bu şey, dînleri hususunda da (kendilerini) aldatmışdır.
  • Âli İmrân  25: Onları (vukuunda) hiçbir şübhe olmayan bir günde topladığımız ve herkesin — kendilerine haksızlık edilmeyecek — (dünyâda) kazandığı tastamam ödendiği zaman artık halleri nice olur?
  • Âli İmrân  26: (Habîbim) de ki: «Ey mülkün saahibi Allah, Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltırsın. Hayr, yalınız Senin elindedir. Şübhesiz ki Sen her şey´e hakkıyle kaadirsin.
  • Âli İmrân  27: Geceyi gündüzün içine koyarsın. Gündüzü geceye sokarsın, ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen kimi dilersen ona sayısız rızk verirsin.
  • Âli İmrân  28: Mü´minler, mü´minleri bırakıb da kâfirleri dostlar edinmesin. Kim bunu yaparsa (ona) Allahdan hiç bir şey (hiç bir yardım) yokdur. Meğer ki onlardan, gelebilecek bir tehlikeden dolayı, sakınmış olasınız. Allah size (asıl) kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak Allahadır.
  • Âli İmrân  29: De ki: Göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de, onu açıklasanız da Allah bilir onu. Göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsini) O bilir. Allah herşey´e hakkıyle gücü yetendir.
  • Âli İmrân  30: (Hatırlayın) o günü ki herkes (dünyâda) ne hayr işlediyse karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne de kötülük yapdıysa onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek. Allah size (asıl) kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarını pek çok esirgeyendir.
  • Âli İmrân  31: (Habîbim) de ki: «Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir».
  • Âli İmrân  32: De ki: «Allaha ve o peygambere itaat edin». Eğer yüz çevirirlerse şübhesiz ki Allah da o kâfirleri sevmez..
  • Âli İmrân  33: (33-34) Gerçek, Allah Âdemi, Nuhu, İbrahim haanedânını, İmrân ailesini — hepsi de birbirinden (gelme) tek bir zürriyyet olarak — âlemlerin üzerine mümtaz kıldı. Allah hakkıyle işidici, kemâliyle bilicidir.
  • Âli İmrân  34: (33-34) Gerçek, Allah Âdemi, Nuhu, İbrahim haanedânını, Imrân ailesini — hepsi de birbirinden (gelme) tek bir zürriyyet olarak — âlemlerin üzerine mümtaz kıldı. Allah hakkıyle işidici, kemâliyle bilicidir.
  • Âli İmrân  35: Hani İmrân´ın karısı: «Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak sana adadım. Benden olan bu (adağ) ı kabul et. Şübhesiz (niyazımı) hakkıyle işiden, (niyyetimi) kemâliyle bilen Sensin Sen» demişdi.
  • Âli İmrân  36: Fakat onu (kız çocuğunu) doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken: «Rabbim, hakıykat, ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyyetini de o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan Sana sığınır (Sana ısmarlar) ım» dedi.
  • Âli İmrân  37: Bunun üzerine Rabbi onu iyi bir rızaa ile kabul etdi. Onu güzel bir nebat gibi büyütdü. Zekeriyyâyi de ona (bakmıya) me´mur etdi. Zekeriyyâ ne zaman (kızın bulunduğu) mihraaba girdiyse onun yanında bir yiyecek buldu: «Meryem, bu sana nereden (geliyor?)» dedi. O da: Bu, Allah tarafından. Şübhe yokdur ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir» dedi.
  • Âli İmrân  38: Orada Zekeriyyâ Rabbine düâ etdi: «Rabbim, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyyet ihsan et. Muhakkak Sen düâyı hakkıyla işidensin».
  • Âli İmrân  39: O, mihrabda durub namaz kılarken melekler ona (şöyle) nida ettir «Gerçek, Allah sana kendisinden bir kelimeyi tasdıyk edici, bir efendi, nefsine haakim ve saalihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâyi müjdeler».
  • Âli İmrân  40: (Zekeriyyâ) dedi: «Rabbim, kendime hakıykaten ihtiyarlık çatmış iken, karım da bir kısır iken benim nasıl bir oğlum olabilir»? (Allah): «öyle, dedi, (fakat) Allah ne dilerse yapar».
  • Âli İmrân  41: (Zekeriyyâ) söyledi: «Rabbim, bana (bu hususda) bir nişan ver». (Allah) dedi ki: «Senin nişanın sâde bir işâretden başka insanlara üç gün söz söyleyememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah onu tesbîh et».
  • Âli İmrân  42: Hani melekler: «Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçgin bir hususiyyet verdi. Seni tertemiz (büyütdü), Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı» demişdi.
  • Âli İmrân  43: «Ey Meryem huşu ile Rabbin dîvânına dur, secdeye kapan. (Allaha) rükû edenlerle beraber eğil (cemaatle namaz kıl).
  • Âli İmrân  44: (Habîbim) bunlar sana vahyetmekde olduğumuz ğayb haberlerindendir. Meryem´i onlardan hangisi himaayesine alacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususda) çekişirlerken de yine yanlarında yokdun.
  • Âli İmrân  45: Melekler: «Ey Meryem. Allah, kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor: Adı İsâ, (lakabı) Mesîh, (sıfatı) Meryem oğludur. Dünyâda da, âhiretde de sânı yücedir. (Allaha) çok yakınlardandır da».
  • Âli İmrân  46: «Beşiğinde de, yetişğinlik haalinde de insanlara söz söyleyecekdir. (O), saalihlerdendir» dediği zaman da (sen yanlarında değildin).
  • Âli İmrân  47: (Meryem) dedi ki: «Hey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?». (Allah) dedi «öyle, (Fakat) Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince ona ancak ol der, o da oluverir».
  • Âli İmrân  48: «(Allah) ona yazmayı, hikmeti, Tevrâtı, İncili öğretecek».
  • Âli İmrân  49: «Onu isrâîl oğullarına peygamber gönderecek», (Onlara diyecek ki): «Hakıykat, ben size Rabbinizden bir âyet (mucize) getirdim. Hakıykat, ben size çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona üfürürüm de Allahın izniyle derhal (canlı) bir kuş olur. (Yine) Allanın izniyle anadan doğma körü ve abraşı iyi eder, ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor, ne birikdiriyorsanız size haber veririm. Elbette bunlarda sizin için, eğer îman edicilerseniz, kat´î bir (er) ibret vardır».
  • Âli İmrân  50: «Önümüzdeki Tevrâtı tasdıyk edici olarak ve aleyhinize haram edilen ba´zı şeyleri fâidenize halâl kılmaklığım için (geldim). Size Rabbinizden (peygamberliğimi isbât eder) âyet (alâmet, mu´cize) getirdim. Artık Allahdan korkun, bana da itaat edin».
  • Âli İmrân  51: «Şübhe yok ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz. Öyleyse ona kulluk edin. (İşte) doğru yol budur».
  • Âli İmrân  52: Vaktaki İsâ onlardan (ısraar ile taşan) küfrü hissetdi. Dedi: Allaha (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?» Havaarîler: «Biziz Allahın yardımcıları. Allaha inandık. Sen de (Ey İsâ) şâhid ol ki biz muhakkak müslümanlarız.» dedi (ler).
  • Âli İmrân  53: «Ey Rabbimiz, Senin indirdiğin (o Kitaba) inandık o peygambere de tâbi´ olduk. Artık bizi (birliğini ve peygamberlerini tanıyan) şâhidlerle beraber yaz».
  • Âli İmrân  54: (Yahudiler gizli) hıyleye sapdılar, (İsâyı ansızın öldürmiye adam ta´yîn etdiler), Allah da onların o hıylekârlıklarına (öldürmek isteyeni İsâye benzetmek, kendilerine onu öldürtmek, İsâyı yukarıya kaldırmak suretiyle) mukabele etdi. Allah, bütün hıylekârları hakkıyle bilendir.
  • Âli İmrân  55: O zaman Allah şöyle de (miş) di: «Ey İsâ, şübhesiz ki seni öldürecek olan (onlar değil) benim, seni kendime yükseltib kaldıracak, seni küfredenlerin içinden tertemiz (kurtarıb) çıkaracak ve sana tâbi olanları kıyaamet gününe kadar küfredenlerin üstünde tutacak da (benim). Sonra dönüşünüz (de) yalınız bana (olacak) dır. İşte (o zaman) aranızda, hakkında ihtilâf etmekde olduğunuz şeylerin hükmünü ben vereceğim».
  • Âli İmrân  56: (Fakat) o küfredenlere gelince: Ben onları dünyâda da, âhiretde de en çetin bir azâb ile âzablandıracağım. Onların hiç bir yardımcıları da yokdur.
  • Âli İmrân  57: Îman edip iyi iyi işler yapanlara gelince (Allah) onların mükâfatlarını tastamam verecekdir. Allah zaalimleri sevmez.
  • Âli İmrân  58: (Bu hükümler, bu vak´alar yok mu?) biz bunları sana âyetlerden, hikmet dolu Kur´andan okuyoruz.
  • Âli İmrân  59: Muhakkak ki İsânın haali de, (ya´ni babasız dünyâya gelişi de) Allah indinde, Âdemin haali gibidir. (Allah) onu (Âdemi) toprakdan yaratdı. Sonra ona «Ol» dedi, o da (can gelib) oluverdi.
  • Âli İmrân  60: (Bu) Hak (ve hakıykat) Rabbinden (gelen bir gerçek) dir. öyle ise şübhecilerden olma.
  • Âli İmrân  61: Artık sana (bu) ilim geldikden sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimiz ve kendinizi çağıralım, sonra (hepimiz bir arada olarak) düâ ve niyaz edelim de Allahın lanetini yalancıların üstüne okuyalım».
  • Âli İmrân  62: İşte (İsâya dâîr sana anlatılan) bu (haber) elbette en doğru bir haberin beyânıdır. Allahdan başka hiç bir Tanrı yokdur. Allah hiç şübhesiz yegâne gaalibdir. Mutlak hüküm ve hikmet saahibidir O.
  • Âli İmrân  63: Eğer (Hakdan, imandan) yine yüz çevirirlerse muhakkak Allah o fesâdcıları hakkıyle bilendir.
  • Âli İmrân  64: De ki: «Ey Kitablılar (Yahudiler, Hıristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle) diyerek: «Allahdan başkasına tapmayalım. Ona hiç bir şey´i eş tutmayalım, Allahı bırakıb da kimimiz kimimizi Rabler (diye) tanımıyalım». (Buna rağmen) eğer yine yüz çevirirlerse (o halde) deyin ki: «Şâhid olun, biz muhakkak müslümanlarız».
  • Âli İmrân  65: Ey ehl-i Kitab, İbrâhîm hakkında neye çekişib duruyorsunuz? Tevrat da İncîl de (daha evvel değil) ancak ondan sonra indirilmişdir. (Buna da) aklınız ermiyor mu?.
  • Âli İmrân  66: İşte sizler onlarsınız ki hakkında (biraz) bilginiz olan şeyde (haydi) çekişdiniz (diyelim, ya) hiç bilgi (niz) olmayanlar hakkında haalâ neye çekişib duruyorsunuz? Halbuki (her şey´i) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
  • Âli İmrân  67: İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandır. Fakat o, Allahı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi o.
  • Âli İmrân  68: Hakıykat, İbrâhîme insanların en yakıyni, her halde (zamanında) ona tâbi olanlarla şu Peygamber ve (şu) îman edenlerdir. Allah, o îman edenlerin yâri (yardımcısı) dır.
  • Âli İmrân  69: Kitablılardan bir zümre arzu etdi ki sizi bir şaşırtsalar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını şaşırtıb sapıtamazlar da farkına bile varmazlar.
  • Âli İmrân  70: Ey Kitablılar, kendiniz (Tevratda ve İndide) görüb ve bilib dururken Allahın âyetlerini neye inkâr ediyorsunuz?
  • Âli İmrân  71: Ey Kitablılar, neye Hakkı baatıl ile karışdırıyor, gerçeği gizliyorsunuz? Halbuki (bunu) bilib duruyorsunuz da.
  • Âli İmrân  72: Kitablılardan bir güruh (şöyle) dedi: «Kendilerine indirilen (Kur´ân-ı kerîm) e îman edenlere gündüzün evvelinde inanın, âhirinde küfr (-ü inkâr) edin. Olur ki (mü´minler dînlerinden) dönerler»!.
  • Âli İmrân  73: «Ve dîninize tâbi olandan başkasına aman vermeyin» (Habîbim onlara) de ki: «Şübhesiz doğru yol Allahın yoludur» (O güruh aralarında da şöyle derler:) «Size verilenin benzeri hiç bir kimseye verilmiş olduğuna, yahud onların (müslümanların) Rabbiniz indinde size karşı deliller, hüccetler getireceklerine (inanmayın)». De ki: «Lûtf-ü inayet muhakkak Allahın elindedir. Onu kime dilerse ona verir. Allah, rahmeti bol olan, her şey´i hakkıyle bilendir».
  • Âli İmrân  74: O, kime dilerse rahmetiyle ona imtiyaz verir. Allah en büyük fazl-ü inayet saahibidir.
  • Âli İmrân  75: Kitablılardan öyle kimse vardır ki kendisine bir kantar (altın) emânet etsen onu sana eksiksiz öder. öyle kimse de vardır ki ona emaneten tek bir altın versen onu — sen üzerinde ayak direyib durmadıkça — sana ödemez. Bunun sebebi şudur: Onlar «Ummîler hakkında bize karşı (mes´uliyyete) bir yol yokdur» demişler (öyle fikir beslemişler) dir. Onlar Allaha karşı, kendileri de bilib durdukları halde, yalan söylerler.
  • Âli İmrân  76: Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa şübhesiz Allah da o sakınanları sever.
  • Âli İmrân  77: Hakıykat, Allaha olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı (hasis bir menfeati) satın alanlar (yok mu?) İşte onlar: Onlar için âhiretde hiç bir nasıyb yokdur. Allah kıyaamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır.
  • Âli İmrân  78: Ehl-i Kitabdan öyle bir güruh da vardır ki (bir şey okuyorlarmış gibi) dillerini Kitaba doğru eğib bükerler, siz onu Kitabdan sanasınız diye. Halbuki o, Kitabdan değildir. «Bu, Allah katındandır» derler, o ise, Allah katından değildir. Allaha karşı, kendileri bilib dururken, yalan söylerler.
  • Âli İmrân  79: Beşerden hiç bir kimseye yakışmaz ki Allah kendisine Kitabı, hükmü ve peygamberliği versin de sonra o, insanlara: «Allahı bırakıb da (gelin) bana kul olun.» desin. Fakat o, «öğretmekde ve okuyub okutmakda olduğunuz Kitab sayesinde Rabbaniler olun» (der).
  • Âli İmrân  80: Sizin, melekleri ve peygamberleri Tanrılar edinmenizi de emretmez O. Ya size, siz müslümanlar oldukdan sonra, hiç kâfirliği emreder mi?
  • Âli İmrân  81: Allah, (geçmiş) peygamberler (in) den — and olsun ki size Kitab ve hikmet verdim. Sonra da size nezdinizdeki (o Kitab ve hikmeti) tasdik eden bir peygamber gelmişdir (gelecekdir). Ona kat´iyyen îman ve ona her halde yardım edeceksiniz diye — (ahd ve) mîsâk aldığı zaman dedi ki «Ikraar etdiniz ve uhdenize bu ağır yükümü (vecîbemi) alıb kabul eylediniz mi»? Onlar (cevaben): «Ikraar etdik» dediler. (Allah) dedi ki: «Öyleyse (birbirinize ve ümmetlerinize karşı) şâhid olun, ben de sizinle beraber (bu ıkraarınıza) şâhidlik edenlerdenim.
  • Âli İmrân  82: Artık kim bu (ikrardan) sonra (hakıykatden) yüz çevirirse işte o gibiler faasıkların (îmandan çıkanların) ta kendileridir.
  • Âli İmrân  83: Şimdi onlar Allanın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez Ona boyun eğmişdir, Nihayet de Ona döndürülüp götürüleceklerdir.
  • Âli İmrân  84: De ki: «Allaha îman etdik. Bize indirilen (Kur´an-ı kerîm) e, İbrâhîme, İsmâîle, İshaaka, Ya´kuba ve oğullarına indirilenlere, Mûsâya, îsâya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere de (inandık) Onlardan hiç biri arasında (peygamber olmaları bakımından) fark gözetmeyiz. Biz Ona (Allaha) teslim olmuşlarız».
  • Âli İmrân  85: Kim İslâmdan başka bir dîn ararsa onda (bu dîn) asla kabul olunmaz ve o, âhiretde de en büyük zarara uğrayanlardandır.
  • Âli İmrân  86: Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin şübhesiz bir hak olduğuna şâhidlik de etmişler iken îmanlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidâyete erdirir (Muvaffak eder)? Allah zaalimler güruhunu hidâyete götürmez.
  • Âli İmrân  87: Muhakkak, Allahın, meleklerin, bütün insanların lâ´neti onların tepesine. İşte onlar, onların cezaları!
  • Âli İmrân  88: Onlar bunun (bu lâ´netin ve cehennemin) içinde ebedî kalıcıdırlar. Kendilerinden ne azâb hafifletilir, ne de onlara (yüzlerine, suratlarına) bakılır.
  • Âli İmrân  89: Bundan sonra tevbe (ve rücu) ve (nefslerini) ıslah edenler müstesna. Çünkü Allah cidden (kusurları) örten, çok esirgeyendir.
  • Âli İmrân  90: Hakıykat, îmanlarının arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbeleri asla kabul olunmaz. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
  • Âli İmrân  91: Hakıykat, küfredenler ve kendileri kâfir olarak ölenler (yok mu?) onlardan hiç birinin (bilfarz) yer yüzünü dolduracak mıkdardaki altını dahi — onu feda etse — kat´iyyen makbul olmaz. İşte onlar! Pek acıklı bir azâb onların (hakkı) dır. Kendilerinin hiç bir yardımcıları da yokdur.
  • Âli İmrân  92: Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (birr-ü taat etmiş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz sübhesiz Allah onu bilicidir.
  • Âli İmrân  93: Tevrat indirilmezden evvel — Ya´kubun kendisine haram kıldığı şeylerden başka — yiyeceğin her türlüsü İsrail oğulları için helâl idi. De ki: «Eğer doğrucular iseniz Tevratı getirin de onu okuyun».
  • Âli İmrân  94: Artık kim bundan (ya´ni Tevratı getirib okudukdan) sonra Allaha karşı yalan uydurursa işte onlar zaalimlerin ta kendileridir.
  • Âli İmrân  95: De ki: «Allah, (sözün) doğru (sunu) söylemişdir. Onun için Allahı birleyici olarak İbrâhîmin dînine uyun. O, müşriklerden değildi».
  • Âli İmrân  96: Şübhesiz âlemler için, çok feyizli ve ayn-ı hidâyet olmak üzere, konulan ilk ev (ma´bed) elbette Mekkede olandır.
  • Âli İmrân  97: Orada apaçık alâmetler, İbrâhîmin makaamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emîn olur. Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allahın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse şübhesiz ki Allah âlemlerden ganî (müstağni) dir.
  • Âli İmrân  98: De ki: «Ey kitaplılar, Allah ne yaparsanız hepsine hakkıyle şâhid iken niçin Allahın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?»
  • Âli İmrân  99: De ki: «Ey Kitablılar, kendiniz (İslâm dininin hak olduğunu Kitablarınızda okuyan) şâhidler olduğunuz halde, neye îman edenleri Allah yolundan, kendiniz onda bir eğrilik aramıya yellenerek, döndürmiye çalışıyorsunuz? Allah ne yaparsanız gaafil değil».
  • Âli İmrân  100: Ey îman edenler, eğer kendilerine Kitab verilenlerin içinden her hangi bir zümreye boyun eğecek olursanız sizi îmanınızdan sonra döndürüb kâfirler yaparlar.
  • Âli İmrân  101: Halbuki siz Allaha nasıl küfreder (Onu inkâr eder) siniz ki karşınızda Allanın âyetleri okunub durmakdadır. Onun peygamberi de içinizde, Kim Allaha sımsıkı tutunursa muhakkak ki doğru bir yola ile tilmişdir o.
  • Âli İmrân  102: Ey îman edenler, Allahdan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Sakın siz, müslümanlar (olmak)dan başka (bir sıfatla) can vermeyin.
  • Âli İmrân  103: Hepiniz, topdan sımsıkı Allanın ipine sarılın. Parçalanıb ayrılmayın. Allahın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanlar (ı) idiniz de O, kalblerinizi (İslama ısındırıb) birleşdirmişdi. İşte Onun (bu) nimeti sayesinde (dîn) kardeşler (i) olmuşdunuz ve yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmışdı. İşte Allah size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor. Tâki doğru yola eresiniz.
  • Âli İmrân  104: Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (Onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükden vaz geçirmiye çalışsınlar. İşte onlar muraadına erenlerin ta kendileridir.
  • Âli İmrân  105: Siz kendilerine apaçık deliller, âyetler geldikten sonra parçalanıb ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın: işte onlar (ın haali): En büyük azâb onlarındır.
  • Âli İmrân  106: O günde ki nice yüzler bembeyaz olacak, nice yüzler de kapkara kesilecek. Yüzleri simsiyah olanlara gelince (onlara): İmânınızdan sonra küfretdiniz ha!. İşte o küfretmenize mukaabil tadın azabı» (denilir).
  • Âli İmrân  107: Yüzleri bembeyaz olanlar ise Allahın rahmeti içindedirler. Onlar bunun içerisinde ebedî kalıcıdırlar.
  • Âli İmrân  108: (Bütün) bunlar Allahın — Hak (kın ikaamesine sebeb) olarak sana okuyageldiğimiz — âyetlerdir. Allah âlemlere hiçbir haksızlık etmek istemez.
  • Âli İmrân  109: Göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsi) Allahın. (Bütün) işler ancak Allâha döndürülür.
  • Âli İmrân  110: Siz insanlar için (insanlığın fâidesi için ğaybdan, yahud levh-i mahfuzdan seçilib) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükden vaz geçirmiye çalışırsınız. (Çünkü) Allaha inanıyorsunuz. Kitablılar (Hıristiyanlar ve Yahudiler) de inansaydı kendileri için elbette hayırlı olurdu. İçlerinden (vakı´aa) îman edenler vardır. (Fakat) onların pek çoğu (Hak dînden çıkmış) faasıklardır.
  • Âli İmrân  111: Onlar size ezadan başka asla bir zarar yapamazlar. Eğer sizinle muhaarebe ederlerse size arkalarını dönüb kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
  • Âli İmrân  112: Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet (damgası) vurulmuşdur (kurtulamazlar) Meğer ki Allahın ipine ve insanların (mü´minlerin) ahdine (sığınmış) olsunlar. Onlar döne dolaşa Allahın hışmına uğradılar. Üzerlerine de bir miskinlik vuruldu. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allahın âyetlerini inkâr ile kâfir olmuşlar, peygamberleri haksız yere öldürmüşlerdi. (Biz de) şudur: Çünkü onlar isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi.
  • Âli İmrân  113: Hepsi bir değildirler. Kitablıların içinde ayakda dikilen bir ümmet vardır ki gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allahın âyetlerini okurlar.
  • Âli İmrân  114: Allaha ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükden vaz geçirmiye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar saalihlerdendirler.
  • Âli İmrân  115: Onlar ne hayır işlerlerse elbette On (un mükâfatların) dan mahrum bırakılmayacaklar. Allah, takvaa saahiblerini pek iyi bilendir.
  • Âli İmrân  116: Hakıykat, o küfredenler (yok mu?) onların ne malları, ne evlâdları kendilerinden, Allanın azabından hiçbir şey´i, kaabil değil, gideremezler. Onlar cehennemin yâr-ü hemdemidirler. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
  • Âli İmrân  117: Onların bu dünyâ hayaatında harc-u sarf edegeldiklerinin misâli, kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerini vurub da mahveden, kavurucu ve soğuk bir rüzgârın haali gibidir. Onlara Allah zulmetmedi. Fakat kendileri kendilerine zulmediyorlar.
  • Âli İmrân  118: Ey îman edenler, kendi (din kardeş) ferinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size şer ve fesâd yapmakda hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şey (ler) i arzu ederler. Hakikat, onların (kîn ve) buğzları ağızlarından (taşıb) meydana vurmuşdur. Göğüslerinde gizlemekde oldukları (düşmanlık) ise daha büyükdür. Size âyetlerimizi (kat´î suretde) açıkladık, eğer düşünürseniz.
  • Âli İmrân  119: İşte siz o kimselersiniz ki onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler, Siz Kitab (lar) ın hepsine inanırsınız, onlarsa (yalınız) sizinle buluşdukları zaman «inandık» derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit da (size karşı olan) kin (lerin) den dolayı parmaklarının uclarını ısırırlar. De ki «Kininizle geberin». Şübhesiz ki Allah onların sînelerindeki bütün özü hakkıyle bilicidir.
  • Âli İmrân  120: Eğer size bir iyilik dokunursa onları tasaya düşürür. Şayet size bir fenalık gelirse onunla sevinirler. Eğer göğüs gerer, sakınırsanız onların hıylekârlıkları size hiç bir şeyle zarar veremez. Şübhe yok ki Allah, ne yaparlarsa hepsini (ilmiyle) çepçevre kuşatıcıdır.
  • Âli İmrân  121: Hani sen, mü´minleri muhaarebeye elverişli yerlerde ta´biye etmek üzere erkenden ailenden (Medîneden) ayrılmışdın, Allah hakkıyle işidendi, (her şey´i) kemâliyle bilendi.
  • Âli İmrân  122: O zaman içinizden iki zümre za´f göster (mek iste) mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allahdı. Mü´minler ancak Allaha güvenib dayanmalıdır.
  • Âli İmrân  123: Andolsun ki siz (adedce, silâhça, binekçe düşmandan daha) zâîf ve dûn iken Allah size «Bedir» de kafi bir zafer verdi. Allahdan sakının, tâki şükretmiş olasınız.
  • Âli İmrân  124: O vakit sen mü´minlere: «İndirilen üçbin melekle Rabbinizin size imdâd etmesi yetişmez mi size?» diyordun.
  • Âli İmrân  125: Evet, siz sabr (-u sebat) eder, (itaatsizlikden) sakınırsanız, bu (nlar, ya´ni düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle imdâd edecekdir.
  • Âli İmrân  126: Allah bu (imdadı) size, başka değil, sırf (zaferin) bir müjde (si) olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yapdı. (Yoksa) nusret (ve zafer) ancak yegâne gaalib ve yegâne hükm ve hikmet saahibi olan Allah cânibindendir.
  • Âli İmrân  127: (Bir de Allah bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenleri (n kafasını) kessin, yahud onları tepesi aşağı getirsin de (geri kalanlarda) emellerine kavuşamayan (bedbaht) lar olarak dönüb gitsinler diye (yapdı)
  • Âli İmrân  128: (Kullarımın) iş (in) den hiç bir şey sana âid değildir. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder, yahud onları, kendileri zâlim (kimse) ler oldukları için, azâblandırır.
  • Âli İmrân  129: Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allahın. O kimi dilerse yarlığar, kimi dilerse azâblandırır. Allah çok yarlığayıcı, gerçekden esirgeyicidir.
  • Âli İmrân  130: Ey îman edenler, ribâyı (faizi) öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin Allahdan korkun. Tâki muraadınıza eresiniz.
  • Âli İmrân  131: Kâfirler için hazırlanmış olan o ateşden sakının.
  • Âli İmrân  132: Allaha ve Peygambere itaat edin. Tâki rahmete kavuşdurulasınız.
  • Âli İmrân  133: Rabbinizin mağfiretine ve takvaa saahibleri için hazırlanmış olan cennete — ki en göklerle yer (kadardır) — koşuşun.
  • Âli İmrân  134: Onlar (O takvaa sahipleri) bollukda ve darlıkda infaak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar (ın kusurların) dan, afv ile, geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.
  • Âli İmrân  135: Ve çirkin bir günâh işledikleri, yâhud nefslerine zulmetdikleri vakit Allahı hatırlayarak hemen günâhlarının yarlığanmasını isteyenlerdir. Günâhları Allahtan başka kim yarlığar? Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilib dururlarken ısrar etmeyenlerdir.
  • Âli İmrân  136: İşte onlar (böyle). Onların mükâfatı Rablerinden bir yarlığama ve altından ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalıcıdırlar. (Böyle) yapanların mükâfatı ne güzeldir.
  • Âli İmrân  137: Gerçek sizden evvel bir çok vak´alar, şerîatler gelib geçmişdir. Onun için yer yüzünde gezin, dolaşın da (peygamberleri) yalan sayanların akıbeti nice oldu görün.
  • Âli İmrân  138: Bu (Kuran) insanlar için bir beyandır, (fenâlıkdan) sakınanlar için de bir hidâyet bir öğüddür.
  • Âli İmrân  139: (Ey mü´minler), gevşemeyin, mahzun olmayın, Siz eğer (gerçekden) mü´min iseniz (düşmanlarınıza gaalib ve onlardan) çok üstünsünüzdür.
  • Âli İmrân  140: (140-141) Eğer size («Uhud» de) bir yara değmiş bulunuyorsa («Bedir»de) o kavme de o kadar yara değmişdir. O günler (öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (gâh lehlerine, gâh aleyhlerine olmak üzere elden ele ve nöbetleşe nöbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da) Allahın (ezeldeki) ilmini îman edenlere açıklaması, içinizden şehîdler edinmesi, mü´minleri tertemiz yapıb kâfirleri (murdar ölümle) helak etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.
  • Âli İmrân  141: (140-141) Eğer size («Uhud» de) bir yara değmiş bulunuyorsa («Bedir»de) o kavme de o kadar yara değmişdir. O günler (öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (gah lehlerine, gâh aleyhlerine olmak üzere elden ele ve nöbetleşe nöbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da) Allahın (ezeldeki) ilmini îman edenlere açıklaması, içinizden şehîdler edinmesi, mü´minleri tertemiz yapıb kâfirleri (murdar ölümle) helak etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.
  • Âli İmrân  142: Yoksa siz - Allah içinizden savaşanlar (la savaşmâyanlar) ı belli etmeden - sebat edenler (le etmeyenler) i belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?
  • Âli İmrân  143: Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamışdınız. İşte onu gerçekden gördünüz de. (Fakat) siz (seyirciler gibi) bakıyordunuz.
  • Âli İmrân  144: Muhammed bir peygamberden başka (bir şey) değildir. Ondan evvel daha nice peygamberler gelib geçmişdir. Şimdi o, ölür yahud öldürülürse ökçelerinizin üstünde (gerisin geri) mi döneceksiniz? Kim (böyle) iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse elbette Allaha hiç bir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükür (ve sebat) edenlere mükâfat verecekdir.
  • Âli İmrân  145: Allahın izni (emri ve kazaası) olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yokdur. O, va´desiyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünyâ menfaatini dilerse kendisine ondan veririz. Kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
  • Âli İmrân  146: Nice peygamber (gelib geçmişdi ki) maiyyetinde bir çok âlimler muhaarebe etdi de Allah yolunda kendilerine gelen (belâlar) dan dolayı ne gevşeklik, ne za´f göstermediler, (düşmana) boyun da eğmediler. Allah sabr (-u sebat) edenleri sever.
  • Âli İmrân  147: İşte onların sözü : «Ey Rabbimiz, bizim günâhlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı yarlığa. (Muharebede) ayaklarımızı iyice diret. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et» demelerinden başka bir şey değildi.
  • Âli İmrân  148: Nihayet Allah onlara hem dünyâ ni´metini, hem âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah iyi hareket edenleri sever.
  • Âli İmrân  149: Ey îman edenler, eğer küfr (-ü inkâr) edenlere itaat ederseniz sizi ökçelerinizin üstünde (gerisin geri küfre) çevirirler de (dünyâda da, âhiretde de) büyük zarara uğrayanların haaline dönersiniz.
  • Âli İmrân  150: Hayır, sizin yâriniz, yardımcınız Allahdır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.
  • Âli İmrân  151: Hakkında Allanın hiç bir huccet indirmediği şeyleri Ona eş tanıdıklarından dolayı küfr (ve inkâr) edenlerin kalblerine korku salacağız. Onların yurdları ateşdir. Zalimlerin dönüb varacağı yer ne kötüdür!.
  • Âli İmrân  152: Andolsun ki Allahın size olan va´di Onun izn (-ü keremi) ile onları (düşmanları kolayca) öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekde olduğunuz (zafer) i de size gösterdiği zamana kadar — yerine gelmişdi. (Sonra) siz yılgınlık gösterdiniz, isyan etdiniz, (verilen) emir hakkında çekişdiniz. İçinizden kimi dünyâyı istiyor, (yine) içinizden kimi âhireti diliyordu. Sonra Allah size ibtilâ vermek için sizi onlardan geri çevirdi. (Bununla beraber) sizi muhakkak bağışladı da. Zâten Allah mü´minlere bol lutf-ü inayet saahibidir.
  • Âli İmrân  153: O vakit siz, (harb meydanından) boyuna uzaklaşıyor, bir kimseye dönüb bakmıyordunuz. Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine (Allah) sizi keder üstüne kederle cezalandırdı. (Allahın sizi afvetmesi) ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene esef etmemeniz içindir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır.
  • Âli İmrân  154: Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize öyle bir emînlik, öyle bir uyku indirdi ki o, içinizden bir zümreyi örtüb bürüyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüşdü. Allâha karşı câhiliyyet zannı gibi hakka aykırı bir zan besliyorlar ve: «Bu işden bize ne?» diyorlardı. De ki: (Habîbim), «Bütün iş Allahındır». Onlar sana açıklamayacaklarını içlerinde saklıyorlar, diyorlar ki: «Bize bu işden bir şey (bir pay) olsaydı burada öldürülmezdik». Şöyle de: «Siz evlerinizde olsaydınız bile üzerlerine öldürülmesi yazılmış (takdîr edilmiş) olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıb gidecekdi. (Allah bunu) göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekini temizlemek için (yapdı). Allah, sîynelerdeki özü hakkıyle bilendir.
  • Âli İmrân  155: Hakıykat, iki ordu karşılaşdığı gün içinizden geri dönenler (yok mu?), onları, irtikâb etdikleri ba´zı şeyler yüzünden, ancak şeytan kaydırmak istedi. Andolsun Allah (yine) onları afvetdi. Çünkü Allah şübhesiz çok yarlığayıcıdır, halimdir (Ukuubetde, cezada acele edici değildir).
  • Âli İmrân  156: Ey îman edenler, siz, o küfredib de yer yüzünde seyaahat ve seferde, yahud gazada bulundukları zaman (ölen) kardeşleri hakkında: «Bizim nezdimizde olsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi» diyenler gibi olmayın. Allah bunu onların yüreklerinde akıbet, dağ-ı derun yapdı. Allah hem diriltir, hem öldürür. Allah ne yaparsanız, hakkıyla görendir.
  • Âli İmrân  157: Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allanın bir yarlığaması ve esirgemesi onların toplayacakları (bütün) şeylerden (dünyalıklarından) elbet daha hayırlıdır.
  • Âli İmrân  158: Andolsun, ölseniz de, yahud öldürülseniz de muhakkak ki hepiniz Allah (ın huzuruna gidib) toplanacaksınız.
  • Âli İmrân  159: (O vakit) sen Allahdan bir esirgeme sayesindedir ki onlara yumuşak davrandın. Eğer (bilfarz) kaba, katı yürekli olsaydın onlar etraafından her halde dağılıb gitmişlerdi bile. Artık onları bağışla (Allahdan da) günâhlarının yarlığanmasını iste. İş hususunda onlarla müşavere et. Bir kerre de azmetdin mi artık Allaha güvenib dayan. Çünkü Allah kendine güvenib dayananları sever.
  • Âli İmrân  160: Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yokdur. Sizi yardımsız bırakırsa ondan sonra size yardım edebilecek kimdir? Mü´minler ancak Allaha güvenib dayanmalıdır.
  • Âli İmrân  161: Bir peygamber için emânete (yahud ganîmet malına) hainlik etmek? (Bu) olur şey değil. Kim böyle hainlik eder (ganîmet ve ammeye âid hasılatdan bir şey aşırır, gizler) se kıyaamet günü hainlik etdiği o şey (in günâhını) yüklenerek gelir. Sonra herkes ne etdi, ne kazandıysa (mücâzât veya mükâfatı) eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.
  • Âli İmrân  162: Ya Allahın rızâasına tâbi olan kimse; Allahın hışmına uğrayan ve durağı cehennem olan (adam) gibi mi (olacaktı)? O, ne kötü dönüş yeridir.
  • Âli İmrân  163: Onlar (Allahın rızasına tâbi olanlar) ise Allah indinde derece derecedir. Allah, (Emîn olanları da, hainlik edenleri de) ne yaparlarsa hakkıyle görücüdür.
  • Âli İmrân  164: Andolsun ki mü´minler daha evvel apaçık ve kat´î bir sapıklık içinde bulunuyorlarken Allah, içlerinden ve kendilerinden onlara — âyetlerini okur, onları tertemiz yapar, onlara Kitab ve hikmeti öğretir —bir peygamber göndermiş olduğu için büyük bir lûtufda bulunmuşdur.
  • Âli İmrân  165: Size (Bedirde) onlara iki katını başlarına getirdiğiniz bir belâ (Uhudde) kendinize çatmış olduğu için mi «Bu, nereden (geldi)» dediniz? De ki: «O, kendi katınızdandır». Şüphesiz ki Allah her şey´e hakkıyle kaadirdir.
  • Âli İmrân  166: İki ordu karşılaşdığı gün size gelen musıybet Allahın emriyle idi. (Bu, Allahın) mü´minleri ayırd etmesi.
  • Âli İmrân  167: Münafık olanları da açığa vurması içindi, Berikilere: «Gelin. Allah yolunda muhaarebe edin, yahud (hiç olmazsa düşmanın kendinize ve ailelerinize saldırmasını) önleyin» denildi, de: «Biz muharebe etmeyi bilseydik elbette arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar o gün îmandan ziyâde küfre yakındılar. Ağızlarıyle kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Onlar ne gizlerlerse Allah çok iyi bilicidir.
  • Âli İmrân  168: Kendileri (evlerinde) oturarak kardeşlerine: «Eğer bizi dinleselerdi ölmeyeceklerdi» diyen o adamlara de ki: «öyle ise kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin, eğer doğrucu (adam) larsanız».
  • Âli İmrân  169: (169-170) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bil´akis onlar Rableri kafında diridirler. (Öyle ki Allahın) lutf-ü inayetinden, kendilerine verdiği (şehidlik mertebesi) ile hepsi de şâd olarak (cennet ni´metleriyle) rızıklanırlar.. Arkalarından henüz onlara katılamayan (şehid dindaş) lar (ı) hakkında da: «Onlara hiç bir korku yokdur. Onlar mahzun da olacak değillerdir» diye müjde vermek isterler.
  • Âli İmrân  170: (169-170) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bil´akis onlar Rableri kafında diridirler. (Öyle ki Allanın) lutf-ü inayetinden, kendilerine verdiği (şehidlik mertebesi) ile hepsi de şâd olarak (cennet ni´metleriyle) rızıklanırlar.. Arkalarından henüz onlara katılamayan (şehid dindaş) lar (ı) hakkında da: «Onlara hiç bir korku yokdur. Onlar mahzun da olacak değillerdir» diye müjde vermek isterler.
  • Âli İmrân  171: Onlar Allahdan (gelen) bir ni´metle, (hattâ) daha fazlasıyle ve Allanın, mü´minlere olan mükâfatını zaayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
  • Âli İmrân  172: Kendilerine yara isaabet etdikden sonra yine Allanın ve Peygamberin dâ´vetine icabet edenler, (hele) içlerinden iyilik yapanlar ve (fenâlıkdan) sakınanlar için pek büyük mükâfat vardır.
  • Âli İmrân  173: Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: («düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun» dedi de bu (söz) onların îmaanını artırdı ve: «Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir dediler.
  • Âli İmrân  174: Bunun üzerine kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan Allahdan ni´met (afiyet ve selâmet) ve fazl (-u ticâret) ile geri geldiler. (Bu suretle) Allanın rızaasına da uymuş bulundular. Allah, çok büyük lutf-ü inayet saahibidir.
  • Âli İmrân  175: (Size o haberi getiren adam) mutlakaa (sizi) kendi dostlarından korkutmakda olan o şeytandır. Öyle ise siz onlardan (onun dostlarından) korkmayın, benden korkun, eğer îman etmiş (kimse) lerseniz.
  • Âli İmrân  176: (Habîbim) o küfre koşuşanlar seni mahzun etmesin. Çünkü onlar Allaha hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah onlara âhiretde bir nasıyp vermemeyi irâde eder, Onlar için pek büyük bir azap vardır.
  • Âli İmrân  177: İmânı bırakıb küfrü satın alan onlar, Allaha hiç bir şeyle zarar yapamazlar. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır.
  • Âli İmrân  178: O küfredenler kendilerine zaman (ve meydan) vermenizi nefisleri için zînhâr hayırlı sanmasın (lar). Onlara fırsat verişimiz, ancak günâh (larm) ı artırmaları içindir. Onlara hor ve hakıyr edici bir azâb vardır.
  • Âli İmrân  179: Allah mü´minleri sizin üzerinde bulunduğunuz (şu halde) bırakacak değildir. Nihayet murdarı temizden ayıracakdır. (Bununla beraber) Allah size ğaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden kimi dilerse onu seçer (ğaybe onu muttali´ kılar). Onun için siz Allaha ve peygamberlerine inanın. Eğer inanır ve (günahlardan) sakınırsanız size de çok büyük mükâfat vardır.
  • Âli İmrân  180: Allahın fazl (-u kereminden) kendilerine verdiğini (sarf-u infakda) cimrilik edenler zinhar bunun, kendileri için bir hayır olduğunu sanmasın (lar). Bilakis bu, onlar için bir serdir. Onların cimrilik etdikleri şey kıyaamet günü boyunlarına dolanacakdır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allahındır. Allah ne yaparsanız (hepsinden) hakkıyle haberdârdır.
  • Âli İmrân  181: «Hakıykat, Allah fakirdir. Biz zenginleriz» diyenlerin lâfını andolsun ki Allah işitmişdir, Söyledikleri (o sözü) haksız yere peygamberleri öldürmeleriyle beraber yazacağız ve diyeceğiz ki: «Tadın o yangın azabını»!
  • Âli İmrân  182: Bu, ellerinizin öne sürdüğünün (yapdığınız günâhların) karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah kullarına haksızlık edici değildir.
  • Âli İmrân  183: «Hakıykaten, Allah hiç bir peygambere — o, (gökden inecek) ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar — îman etmememizi bize emretdi» diyen (Yahudi) ler (e) de ki: «Size benden evvel nice peygamberler apaçık deliller ve mu´cizelerle beraber o dediğinizi de elbet getirmişdi. O halde (sözü) doğru (insan) lar idiniz de onları neye öldürdünüz»?
  • Âli İmrân  184: (Habîbim) onlar seni (n tebliğlerini) yalan sayarlarsa senden evvel o apaçık mu´cizeleri, Sahifeleri ve nur verici Kitab (lar) ı getiren peygamberler de yalana çıkarılmışdır.
  • Âli İmrân  185: Her can ölümü tadıcıdır. Ecirleriniz (yapdıklarınızın karşılıkları) muhakkak kıyaamet günü tastamam verilecekdir. (O vakit) kim o ateşden uzaklaşdırılıp cennete sokulursa artık o, muhakkak muraadına ermiş olur. (Bu) dünyâ hayaatı aldanma metâından başka (bir şey) değildir.
  • Âli İmrân  186: Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda imtihaana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine Kitab verilenlerden ve Allaha eş tanıyanlardan da her halde incitici birçok (lâflar) işideceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız işte bu, haadiselere karşı (gösterilmiş) bir azm (-ü metanet) dendir.
  • Âli İmrân  187: Allah bir zaman kendilerine Kitab verilenlerden «Onu (Celâlim hakkı için) behemehal insanlara açıklayıb anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diye te´mînat almışdı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına atdılar. Onun mukaabilinde az bir menfeati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür!..
  • Âli İmrân  188: Getirdikleriyle (etdikleri kötülüklerle) kıvanan, yapmadıkları ile de öğütmelerini arzu eden o kimseler (yok mu?) onların azâbdan kurtulacak (selâmet) bir yerde bulunacaklarını zinhar sanma, zinhar sanma. Onlara pek acıklı bir azâb vardır.
  • Âli İmrân  189: Göklerin ve yerin hükümranlığı Allahındır. Allah, her şey´e hakkıyle kaadirdir.
  • Âli İmrân  190: Hakıykat, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıb kısalmasında) temiz akıl saahibleri için elbet ibret verici deliller vardır.
  • Âli İmrân  191: Onlar (o salim akıl saahibleri öyle insanlardır ki) ayakda iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (hep) Allahı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (İmâl-i fikr edenler ve şöyle derler:) «Ey Rabbimiz. Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru».
  • Âli İmrân  192: «Ey Rabbimiz, hakıykat Sen kimi o ateşe sokarsan şübhesiz onu hor ve hakîr edersin. (Orada) zaalimlerin hiç bir yardımcıları da yokdur».
  • Âli İmrân  193: «Ey Rabbimiz, doğrusu biz «Rabbinize inanın» diye (insanları) imaana çağıran bir da´vetciyi işidib hemen îmaana geldik. Ey Rabbimiz, artık bizim günâhlarımızı yarlığa. Kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al».
  • Âli İmrân  194: «Ey Rabbimiz, senin peygamberlerine karşı bize va´d etdiklerini ver bize. Kıyaamet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki Sen asla sözünden dönmezsin».
  • Âli İmrân  195: Nihayet Rableri onlar (ın duaların) a (şöyle) icabet etdi: «içinizden gerek erkek, gerek kadın — ki kiminiz kiminizden (haasıl olmadır) — (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmayacağım, işte hicret edenlerin, yurdlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakaarete, ziyana uğrayanların, muhaarebe edenlerin ve öldürülenlerin de, andolsun suçlarını örteceğim ve andolsun, Allah canibinden bir mükâfat olmak üzere, onları altından ırmaklar akar cennetlere de sokacağım. (Daha büyük ve) güzel mükâfat ise Allanın yanındadır.
  • Âli İmrân  196: (Allahı ve Peygamberi) tanımayanların (refah içinde) diyar diyar dönüb dolaşması zinhar seni aldatmasın!
  • Âli İmrân  197: Azıcık bir fâidedir (o). Sonunda varıb sığınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü yatakdır!.
  • Âli İmrân  198: Fakat Rablerinden korkanlar (öyle mi ya)? Altlarından ırmaklar akan cennetler — kendileri içinde ebedî kalmak, Rableri katından verilecek nice ziyafetlere de konmak üzere — hep onların. Allahın nezdinde olan (ni´metler) iyiler için daha hayırlıdır.
  • Âli İmrân  199: Hakıykat, Kitablılar içinde Allaha ve hem size indirilene hem kendilerine indirilene — Allaha büyük saygı gösteren (kimse) ler olarak — inananlar da vardır elbet. Onlar Allahın âyetlerine mukabil az bir bahâyı (hasîs bir menfaati) satın almazlar. İşte onlar (öyle). Onlara Rableri indinde (nice) ecirler vardır. Allah, hesabını pek çabık görendir, muhakkak.
  • Âli İmrân  200: Ey îman edenler, sabr (-ü sebat) edin. (Düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galebe çalın. Sınırlarda) nevbet beklesin (yurdunuzu çiğnetmeyin.) Allah´dan korkun (Bu sayede) felah bulacağınızı umabilirsiniz.
  • Flashcards for dua, digital product

    Vaktin Çağrısı

    Flashcards for dua, digital product

    Şehr-i Ramazan