Sebe Suresi Türkçe Meali

  • Sebe  1: Göklerde ne var, yerde ne varsa kendisinin olan Allaha hamdolsun. Âhiretde de hamd Onundur. O, yegâne hukûm ve hikmet saahibidir, (her şeyden de) hakkıyle haberdârdır.
  • Sebe  2: Yere ne giriyor, oradan ne çıkıyor, gökden ne iniyor, oraya ne yükselib çıkıyorsa bilir O. O, çok esirgeyici, çok yarlığayıcıdır.
  • Sebe  3: Küfredenler: «O saat bize gelmeyecek» dedi (ler). Sen de ki (Habîbim): «Hayır, ğaybı bilen Rabbim hakkıyçün o, size mutlakaa gelecekdir. Ne göklerde, ne yerde bir zerre mıkdârı Ondan (Onun ilminden) kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük (hiçbir şey) müstesna olmamak üzere (hepsi) muhakkak apaçık bir kitabda (yazılıdır).
  • Sebe  4: (Kıyametin gelib çatmasının hikmeti de şudur) «Çünkü (Allah) îman edib de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanları mükâfatlandıracakdır. Bunlar (yok mu?) mağfiret de, şerefli rızık da onlarındır.
  • Sebe  5: Birbiriyle yarış edercesine âyetlerimizin içinde koşanlar (a gelince.) İşte onlar, için de pek çetin ve kötü bir azâb vardır.
  • Sebe  6: Kendilerine ilim verilenler ise Rabbinden sana indirilen (Kur´an) in hakıykatın ta kendisi olduğunu bilir (ler) ve (onlar) her hamde lâyık olan Ğaalib-i mutlakın (ya´ni Allahın) yolunu gösterir (ler).
  • Sebe  7: O küfredenler (birbirine şöyle) dedi (ler): «Siz didik didik parçalanıb dağıldığınız vakit her halde ve muhakkak tekrar yeni bir yaratılışda (bulunacağınızı) size (ehemmiyyetle) haber vermekde olan bir adam gösterelim mi size»?
  • Sebe  8: O, Allaha karşı yalan yere iftira mı etdi? Yoksa onda bir delilik mi var? Hayır, âhirete inanmamakda olanlar (orada) azâbda, (dünyâda da hakdan) uzak (bir) sapıklık içindedirler.
  • Sebe  9: Gökden ve yerden önlerinde ne var, arkalarında ne var, bakmadılar mı? Eğer biz dilersek onları yere geçiririz, yahud gökden üstlerine parçalar düşürürüz. Şübhe yok ki bunda Rabbine dönen her kul için elbet bir ibret vardır.
  • Sebe  10: Andolsun ki biz Dâvuuda bizden bir imtiyaz verdik. «Ey dağlar, onunla birlikde tesbîh edin» (dedik), kuşlara da (bunu emretdik). Ona demiri de (mum gibi) yumuşatdık.
  • Sebe  11: «(Bütün bedeni örtecek) uzun zırhlar yap, (onları) dokumada intizaamı gözet» diye (buyurduk). «(Ey Dâvuud haanedânı) iyi amel (ve hareketler) de bulunun. Çünkü hakıykat ben, ne yaparsanız tastamam görenim».
  • Sebe  12: Süleymana da rüzgârı (müsahhar kıldık) ki sabahı bir ay (lık yol), akşamı bir ay (lık yol) du. Erimiş bakır ma´denini ona sel gibi, akıtdık. Önünde, Rabbinin izniyle, iş gören ba´zı cinler de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıb saparsa ona çılgın azâbdan tatdırırdık.
  • Sebe  13: O, kafalardan, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Dâvud haanedânı, siz (Allaha) şükr için çalışın. Kullarımdan (hakkıyle) şükreden azdır.
  • Sebe  14: Sonra biz ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) asaasını yemekde olan ağaç kurdundan başka bir şey bunun ölümünü onlara göstermedi. Bu suretle yere kapanıb yıkıldığı zaman besbelli oldu ki eğer cinler ğaybı bilmiş olsalardı öyle horlayıcı bir azâb içinde kalıb durmazlardı.
  • Sebe  15: Andolsun ki «Sebe´» (kavmini) n sakin olduğu yerde (de) bir ibret vardı. (Her ev) sağdan, soldan iki (şer) cennet (bağçe ile muhacir idi). (Onlara:) «Rabbinizin rızkından yeyin, Ona şükredin. Çok güzel (temiz) bir belde. Rab (şükredenleri) cidden yarlığayıcıdır» (denilmişdi).
  • Sebe  16: Fakat onlar (bu nimetin şükründen) yüz çevirdiler. Biz de onlara Arim selini gönderdik. (O) ikişer cennetlerinin yerinde de ekşi yemişli, acı ılgınlı ve az bir şey de Arabistan kirazından (olmak üzere haraab) iki (şer) bostan peyda etdik.
  • Sebe  17: İşte biz onları böyle nankörlük etdikleri için cezalandırdık. Biz nankör olandan başkasını cezalandırır mıyız?
  • Sebe  18: Onlar (ın yurdu) ile (feyz ve) bereket verdiğimiz memleketler arasında sırt sırta nice kasabalar yapmışdık. Oralarda seyr (ve sefer etmelerini) takdîr etmiş, (kendilerine:) «Gecelerce ve gündüzlerce oralarda korkusuz gezin, dolaşın» (demişdik).
  • Sebe  19: Onlar ise (buna karşı). «Ey Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzaklaşdır» demişler, kendilerine yazık etmişlerdi. İşte biz de onları masallara çeviriverdik. Onları darma dağınık etdik. Şübhesiz ki bunda çok sabır (ve) çok şükreden herkes için elbette ibretler vardır.
  • Sebe  20: Andolsun, İblîs onlar aleyhindeki zarınını gerçekleşdirmişdi de, îman edenlerden bir zümre haaric olmak üzere, (tamamen) ona uymuşlardı.
  • Sebe  21: Halbuki onun bunlar üzerinde (önceden) hiçbir nüfuzu yokdu. Ancak biz âhirete îman eden kimse ile ondan şübhede bulunan kişiyi ayırd etmek için (buna meydan vermişdik). Senin Rabbin her şey´in üstünde gerçek bir nigehbandır.
  • Sebe  22: (Habîbim onlara) de ki: «Allâhı bırakıb da (Onun ortağı olduklarını) kupkuru iddia etdiklerinize (istediğiniz kadar) yalvarın, onların ne göklerde, ne yerde (hayır ve serden) bir zerre mıkdârına bile gücleri yetmez. Onların, buralarda hiçbir ortaklığı olmadığı gibi Onun (Allahın) da bunlardan bir yardımcısı yokdur.
  • Sebe  23: Onun nezdinde, (âhiretde) kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fâide etmez. Nihayet (ona izin çıkıb da) kalblerinden korku giderildiği zaman (birbirine): «Rabbiniz ne buyurdu»? derler, (şefaat edecekler de:) «Hakkı (söyledi)» derler. O, çok yüce, çok büyükdür.
  • Sebe  24: (Habîbim) de ki: «Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kim»? De ki: «Allahdır. Her halde ya biz, ya siz mutlak bir hidâyet üzerindeyiz. Yahud apaçık bir sapıklıkda».
  • Sebe  25: De ki: «Bizim işlediğimiz günâhdan siz mes´ûl olmazsınız. Sizin yapmakda olduklarınızdan da biz mes´ûl olmayız».
  • Sebe  26: De ki: «Rabbimiz (kıyamet günü) hepimizi bir araya toplayacak, sonra beynimizde hak ile hükmedecekdir. O, (her şey´i) kemâliyle bilen en büyük haakimdir».
  • Sebe  27: De ki: «Ona (ibâdetde) kardığınız ortakları bana gösterin. Haaşâ (böyle bir şey yokdur). Bil´akis (hakıykat şudur ki emrinde) mutlak gaalib, (tedbîrinde yegâne) hikmet saahibi olan ancak Allahdır.
  • Sebe  28: (Habîbim) seni (rahmetimizin) müjdeci (si, azabımızın) haberci (si ve) bütün insanların peygamberi olmakdan başka (bir sıfatla) göndermedik. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.
  • Sebe  29: Onlar: «Eğer (sözünüzde) gerçek söyleyenlerseniz bu va´d (in tehakkuku) ne zaman»? derler.
  • Sebe  30: De ki: «Size va´d olunan, öyle bir gündür ki siz ondan bir saat geri de kalamazsınız, (onun) berisine de geçemezsiniz».
  • Sebe  31: O küfredenler. «Biz ne bu Kur´ana, ne de ondan öncekilere asla inanmayız» dedi (ler). O zaalimler Rablerinin dîvânında mevkuf dururlarken, sözü (kabahati) birbirine evirib çevirir (lerken, içlerinden) zâif sayılanlar o büyüklük taslayanlara: «Siz olmasaydınız muhakkak ki biz mü´minler (den) olmuşduk» derler (ken) sen bir görmelisin!
  • Sebe  32: Büyüklük taslayanlar zâif sayılanlara: «Size hidâyet geldikden sonra, biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçlu idiniz» der (ler).
  • Sebe  33: Zâif tanıtanlar da o büyüklük taslayanlara: «Hayır, derler, gece gündüz (işiniz) hıylekârlıkdı. Çünkü siz bize Allaha küfretmemizi, Ona benzerler (ortaklar) tanımamızı emrediyordunuz». Bunlar azâbı görünce (hepsi) peşîmanlıklarını (derdlerini) içlerine atarlar. Biz de o küfredenlerin boyunlarına (ateş) tomrukları (nı) takarız. Yapmakda olduklarının başkasıyle mi cezalandırılacaklardı ya?
  • Sebe  34: Biz hiçbir memlekete gelecek tehlikeleri haber verici bir peygamber göndermedik, ille oranın refah erbabı: «Biz, sizin gönderdiğiniz şeylere küfr edicileriz» dediler.
  • Sebe  35: Ve: «Biz, dediler, mallarca da, evlâdca da daha çoğuz. Biz azâb edileceklerden değiliz».
  • Sebe  36: De ki: «Şübhesiz Rabbim kimi dilerse onun rızkını genişletir, (kimi de dilerse onunkini) daraltır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler».
  • Sebe  37: Sizi bizim huzuurumuza yaklaşdıracak olan ne mallarınız, ne evlâdlarınız değildir. Ancak îman edib de iyi amel (ve hareket) de bulunanlar müstesna. Çünkü onlar, onlar için yapdıklarına mukabil katkat mükâfat vardır ve onlar emîn (ve mutmain) en yüksek makamlarda dirler.
  • Sebe  38: Birbiriyle yarışırcasına âyetlerimizin içinde koşanlar (yok mu?) onlar da azabın içerisine ihzaaren getirilenlerdir.
  • Sebe  39: De ki: «Hakıykaten Rabbim, kullarından kimi dilerse onun rızkını genişletir, (kimi de dilerse) onunkini kısar. (Hayır için) ne harcarsanız O, bunun ardından (daha iyisini) lütfeder. O, rızıklandıranların hayırlısıdır.
  • Sebe  40: Hatırla o günü ki (Allah) onların hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere: «Bunlar mı size tapıyorlardı»? diyecek.
  • Sebe  41: (Melekler de): «Seni (ortakdan) tenzîh ederiz. Bizim yârimiz onlar değil, Sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı ve çoğu onlara îman edicilerdi» diyecekler.
  • Sebe  42: İşte bu gün birbirinize ne bir fâide, ne de bir zarar yapmıya gücünüz yetmez. O zaalimlere biz: «Tekzîb edegeldiğiniz ateşin azabını tadın» diyeceğiz.
  • Sebe  43: Onlara karşı açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: «Bu, atalarınızın tapmakda devam etdikleri (putlardan) sizi mütemâdiyen vaz geçirmek isteyen bir adamdan başkası değildir» ve dediler: «Bu (Kur´an) düzülüb uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir». Hakka küfreden onlar, (bu hak) kendilerine gelince de (şunu) söylediler): «Bu, apâşikâr büyüden başka bir şey değildir».
  • Sebe  44: Halbuki biz onlara öyle ders alacakları kitablar vermediğimiz gibi onlara senden evvel azâb ile korkutucu bir (peygamber) de göndermedik.
  • Sebe  45: Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) tekzîb etdi (ler) Halbuki bunlar öbürlerine verdiklerimizin onda birine ermemişlerdir. (Böyle iken) öbürleri peygamberlerimizi tekzîb etmişlerdi. (Bak) beni inkâr (edişin akıbeti) nice oldu!
  • Sebe  46: (Habîbim) de ki: «Ben size sırf Allah için ikişer, ikişer, teker teker (karşımda) durmanız, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnunluk olmadığını iyi düşün (üb bil) menizi va´z ederim. O, çetin bir azâb (gelib çatmaz) dan evvel (bunu) size haber veren (bir peygamber) den başkası değildir».
  • Sebe  47: De ki: «Benim sizden (inzâr ve teblîğımdan dolayı) istediğim her hangi bir ücret (varsa) o, sizin olsun! Benim mükâfatım Allahdan başkasına âid değil. O her şey´e hakkıyle şâhiddir».
  • Sebe  48: De ki: «Benim Rabbim hiç şübhesiz hakkı (yerine) koyar. (O), ğaybları kemâliyle bilendir».
  • Sebe  49: De ki: «Hak geldi. Baatıl ne ibtidâen, ne de iâdeten (hiçbir şey yaratmıya) kaadir olamaz».
  • Sebe  50: De ki: «Eğer ben (hakdan) sapmışsam bu sapışım (ın günâhı) nefsime âiddir. Doğru yolu bulmuşsam bu da Rabbimin bana vahyetmekde olduğu (Kur´an ve hikmet) sayesindedir. Şübhesiz O, en yakın (tek) işidendir».
  • Sebe  51: Onları can baş kaygısına düşdükleri vakıf görmelisin. Artık kaçacak yerleri de yokdur. Yakın bir mahalde yakalanmışlar,
  • Sebe  52: «Ona îman etdik» demişlerdir. Fakat onlar için (dünyâye) uzak (kalmış) bir yerden (tevbeye) el sunmak nerede?.
  • Sebe  53: Halbuki daha evvel ona küfretmişlerdi. Uzak bir yerden gaybe atıb tutuyorlardı.
  • Sebe  54: (Artık) kendileriyle arzu edegeldikleri şeylerin arasına bir sed çekilmişdir, bundan evvel benzerlerine de yapıldığı gibi. Çünkü hepsi de (insanları) kötü zanna düşüren bir şübhe içinde idiler.
  • Sistemli Evden Eve Taşımacılık

    Vaktin Çağrısı

    Wholesale B2B Marketplaces

    Ramazan Bayramı