Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor
Zâriyât 1 (Mealleri Karşılaştır):
- Vez zâriyâti zerven.
- بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلذَّٰرِيَٰتِ ذَرْوًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 2 (Mealleri Karşılaştır):
- Fel hâmilâti vikran.
- فَٱلْحَٰمِلَٰتِ وِقْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 3 (Mealleri Karşılaştır):
- Fel câriyâti yusren.
- فَٱلْجَٰرِيَٰتِ يُسْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 4 (Mealleri Karşılaştır):
- Fel mukassimâti emra (emran).
- فَٱلْمُقَسِّمَٰتِ أَمْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 5 (Mealleri Karşılaştır):
- İnnemâ tûadûne le sâdikûn.
- إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 6 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun).
- وَإِنَّ ٱلدِّينَ لَوَٰقِعٌ
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 7 (Mealleri Karşılaştır):
- Ves semâi zâtil hubuki.
- وَٱلسَّمَآءِ ذَاتِ ٱلْحُبُكِ
- (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Zâriyât 8 (Mealleri Karşılaştır):
- İnnekum le fî kavlin muhtelifin.
- إِنَّكُمْ لَفِى قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ
- (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Zâriyât 9 (Mealleri Karşılaştır):
- Yû’feku anhu men ufik(ufike).
- يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
- Ondan (Peygamber’den) çevrilen çevrilir.
Zâriyât 10 (Mealleri Karşılaştır):
- Kutilel harrâsûne.
- قُتِلَ ٱلْخَرَّٰصُونَ
- (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
Zâriyât 11 (Mealleri Karşılaştır):
- Ellezîne hum fî gamretin sâhûne.
- ٱلَّذِينَ هُمْ فِى غَمْرَةٍ سَاهُونَ
- (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
Zâriyât 12 (Mealleri Karşılaştır):
- Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni).
- يَسْـَٔلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ ٱلدِّينِ
- “Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.
Zâriyât 13 (Mealleri Karşılaştır):
- Yevme hum alen nâri yuftenûne.
- يَوْمَ هُمْ عَلَى ٱلنَّارِ يُفْتَنُونَ
- (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
Zâriyât 14 (Mealleri Karşılaştır):
- Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
- ذُوقُوا۟ فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تَسْتَعْجِلُونَ
- (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
Zâriyât 15 (Mealleri Karşılaştır):
- İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûnin.
- إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
- (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Zâriyât 16 (Mealleri Karşılaştır):
- Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne).
- ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ
- (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Zâriyât 17 (Mealleri Karşılaştır):
- Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne).
- كَانُوا۟ قَلِيلًا مِّنَ ٱلَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
- Geceleri pek az uyurlardı.
Zâriyât 18 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve bil eshârihum yestağfirûne.
- وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
- Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
Zâriyât 19 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi.
- وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ
- Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
Zâriyât 20 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne.
- وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
- (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Zâriyât 21 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
- وَفِىٓ أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
- (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Zâriyât 22 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne).
- وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
- Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
Zâriyât 23 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn(tentıkûne).
- فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
- Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Zâriyât 24 (Mealleri Karşılaştır):
- Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).
- هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ
- (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Zâriyât 25 (Mealleri Karşılaştır):
- İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun munkerûn(munkerûne).
- إِذْ دَخَلُوا۟ عَلَيْهِ فَقَالُوا۟ سَلَٰمًا ۖ قَالَ سَلَٰمٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
- Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
Zâriyât 26 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin.
- فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ
- Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
Zâriyât 27 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe karrebehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
- فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
- Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
Zâriyât 28 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm(alîmin).
- فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا۟ لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍ
- (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Zâriyât 29 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun.
- فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
- Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
Zâriyât 30 (Mealleri Karşılaştır):
- Kâlû kezâliki kâle rabbuk(rabbuki), innehu huvel hakîmul alîmu.
- قَالُوا۟ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ
- Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
Zâriyât 31 (Mealleri Karşılaştır):
- Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne).
- ۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ
- İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
Zâriyât 32 (Mealleri Karşılaştır):
- Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîne.
- قَالُوٓا۟ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 33 (Mealleri Karşılaştır):
- Li nursile aleyhim hıcâreten min tînin.
- لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 34 (Mealleri Karşılaştır):
- Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne).
- مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 35 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe ahrecnâ men kâne fîhâ minel mû’minîn(mû’minîne).
- فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
Zâriyât 36 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe mâ vecednâ fîhâ gayre beytin minel muslimîn(muslimîne).
- فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ
- Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Zâriyât 37 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme).
- وَتَرَكْنَا فِيهَآ ءَايَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ
- Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
Zâriyât 38 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin.
- وَفِى مُوسَىٰٓ إِذْ أَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
- Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
Zâriyât 39 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun.
- فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
- O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
Zâriyât 40 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun).
- فَأَخَذْنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذْنَٰهُمْ فِى ٱلْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
- Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Zâriyât 41 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme).
- وَفِى عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلْعَقِيمَ
- Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Zâriyât 42 (Mealleri Karşılaştır):
- Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm (remîmi ).
- مَا تَذَرُ مِن شَىْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَٱلرَّمِيمِ
- Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
Zâriyât 43 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin.
- وَفِى ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا۟ حَتَّىٰ حِينٍ
- Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.
Zâriyât 44 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne).
- فَعَتَوْا۟ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
- Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
Zâriyât 45 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne.
- فَمَا ٱسْتَطَٰعُوا۟ مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا۟ مُنتَصِرِينَ
- Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
Zâriyât 46 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve kavme nûhın min kabl(kablu), inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne).
- وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًا فَٰسِقِينَ
- Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
Zâriyât 47 (Mealleri Karşılaştır):
- Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne).
- وَٱلسَّمَآءَ بَنَيْنَٰهَا بِأَيْي۟دٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
- Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Zâriyât 48 (Mealleri Karşılaştır):
- Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne).
- وَٱلْأَرْضَ فَرَشْنَٰهَا فَنِعْمَ ٱلْمَٰهِدُونَ
- Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Zâriyât 49 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
- وَمِن كُلِّ شَىْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
- Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Zâriyât 50 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
- فَفِرُّوٓا۟ إِلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
- O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Zâriyât 51 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
- وَلَا تَجْعَلُوا۟ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
- Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Zâriyât 52 (Mealleri Karşılaştır):
- Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn(mecnûnun).
- كَذَٰلِكَ مَآ أَتَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا۟ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
- İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.
Zâriyât 53 (Mealleri Karşılaştır):
- E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne).
- أَتَوَاصَوْا۟ بِهِۦ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
- Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
Zâriyât 54 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme).
- فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَآ أَنتَ بِمَلُومٍ
- Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
Zâriyât 55 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn(mû’minîne).
- وَذَكِّرْ فَإِنَّ ٱلذِّكْرَىٰ تَنفَعُ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.
Zâriyât 56 (Mealleri Karşılaştır):
- Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya´budûn(ya´budûni).
- وَمَا خَلَقْتُ ٱلْجِنَّ وَٱلْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
- Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Zâriyât 57 (Mealleri Karşılaştır):
- Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni.
- مَآ أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
- Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
Zâriyât 58 (Mealleri Karşılaştır):
- İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn(metînu).
- إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ
- Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
Zâriyât 59 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.
- فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَٰبِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
- Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
Zâriyât 60 (Mealleri Karşılaştır):
- Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne).
- فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن يَوْمِهِمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ
- Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!